Namık Kemal’in oğlu, Servet-i Fünûn şairi, öğretmen, yazar ve devlet adamı Ali Ekrem Bolayır’ın hayatı; edebiyatın, siyasetin ve tarihin kıyısında şekillenen bir trajediler dizisiydi. Onu unutulmaz kılan yalnızca kalemi değil; çocuklarının ardından yanan kalbi, yokluk içindeki mücadele gücü ve gölgede kalan duruşuydu.
Babasının gölgesinde büyüyen bir şair
1867’de İstanbul’da doğan Ali Ekrem Bolayır, vatan şairi Namık Kemal’in oğluydu. Henüz çocuk yaşta babasının sürgün hayatına tanık oldu. Rodos ve Sakız Adası’nda özel dersler alarak eğitimine devam etti. Arapça, Farsça ve Fransızcayı öğrendi. Kültürle genç yaşlarda tanıştı. Ancak babasının şöhreti, onun kişisel kimliğini gölgede bırakan bir yük oldu.
Devlet hizmetinden şiir dünyasına
Ali Ekrem, II. Abdülhamid döneminde Mâbeyn’de görevlendirilmiş; daha sonra Kudüs Mutasarrıflığı ve Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Valiliği gibi önemli idari görevlerde bulunmuştur. 1908'de Meşrutiyet’in ilanıyla görevinden ayrılarak edebiyata daha fazla yöneldi. Dârülfünun ve Galatasaray Lisesi gibi kurumlarda öğretmenlik yaptı, Servet-i Fünûn edebiyatının öncü isimlerinden biri olarak tanındı.
Bu dönemde ilk dikkat çeken eseri, Osmanlı askerine ithafen kaleme aldığı “Kasîde-i Askeriyye” (1908) oldu. Aynı yıl yayımlanan “Kırmızı Fesler”, II. Abdülhamid’in jurnalcilerini hicveden cesur bir şiir kitabıydı. Yine 1908’de kaleme aldığı “Rûh-i Kemal”, babasına duyduğu derin saygının bir yansımasıydı.
Edebiyatın içinden geçen duygular
Ali Ekrem Bolayır, yalnızca Servet-i Fünûn estetiğine değil, aynı zamanda Osmanlıcaya, aruz veznine ve klasik şiir geleneğine de bağlıydı. Ancak şiirlerinde zaman zaman konuşma diline ve hece veznine yönelerek farklı bir ses yakalamayı denedi.
1888-1908 yılları arasında yazdığı şiirleri derlediği “Zılâl-ı İlhâm” (1911) adlı kitabı, onun şiir gücünü ortaya koyan en kapsamlı çalışmalardan biridir. Dil ve edebiyat meselelerine yaklaşımı ise “Lisân-ı Osmânî” (1916) ve “Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri” (1913-1916) gibi eserlerinde açıkça görülür.
Evlat acısıyla kırılan bir baba
Ali Ekrem Bolayır’ın hayatındaki en büyük travmalar, evlat kayıpları oldu. Oğlu Mehmet Kemal Cezmi, 1917 yılında 21 yaşında intihar etti. Kızı Ayşe Masume, 1928’de Mısır’da tifoya yakalanarak 28 yaşında hayata veda etti. Diğer kızı Fatma Beraat ciddi bir trafik kazası geçirdi, uzun süre hastanede yattı. Amerika’daki kızı Selma’nın sağlık sorunları da onun yüreğindeki kaygıyı hiç dindirmedi.
Bu kayıpların ardından, “Vicdan Alevleri” (1925) adlı şiir kitabıyla, derin ruhsal çöküntüsünü ve vicdani sorgulamalarını edebiyata döktü. Öte yandan, hem halka hem askere moral vermek amacıyla kaleme aldığı “Ordunun Defteri” (1918) ve “Ana Vatan” (1919) adlı eserleriyle millî duyguları canlı tutmaya çalıştı.
Sessiz direnişin adı: Ali Ekrem
Çocuklar için yazdığı “Şiir Demeti” (1924), onun edebiyatın her yaş grubuna hitap eden yönünü de ortaya koydu. Yayımlanmamış olan “Tâir-i İlâhî”, insan hayatının felsefi sorgusunu içeren ve yaklaşık 2180 beyitlik bir eserdir; günümüze müsvedde olarak ulaşabilmiştir.
Edebiyat tarihine katkısı yalnızca şiirle sınırlı kalmadı. “Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye” (1912), “Lisân-ı Edebiyyât” (1914) ve “Lisanımız” (1930) gibi eserleriyle Osmanlı edebiyatı, dil ve üslup üzerine derinlikli analizler sundu. Babası Namık Kemal’in eserlerini yeniden bastırmak için yazdığı “Külliyyât-ı Kemâl Tab‘ Olunuyor” (1908) da edebiyat arşivine değerli bir katkı olarak öne çıktı.
Sessiz vedası ve geride kalan mirası
Ali Ekrem Bolayır, gırtlak kanseriyle mücadele ettiği yıllarda, büyük bir maddi ve manevi çöküş yaşadı. 27 Ağustos 1937’de Fransız Hastanesi’nde vefat etti. Cenazesi, amcası olarak andığı Abdülhak Hâmid’in yanına Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Son sözlerinde çiçek istenmeyen sade bir cenaze arzu etmişti.
Tiyatroyla da ilgilenen Ali Ekrem’in en bilinen oyunu “Bâria” (1908) adlı piyestir. Diğer denemeleri olan “Yavuz Sultan Selim”, “Sükût” ve “Mama Dadım Darılır” adlı oyunları ise yarım kalmıştır. Ayrıca kaleme aldığı “Recâizâde Mahmud Ekrem Bey” (1923) ve “Nâmık Kemal” (1930) adlı monografilerle Tanzimat kuşağını belgeleyen isimlerden biri olmuştur.