Yönetmenliğini ve yapımcılığını Sercan Muhammet’in üstlendiği, başrollerinde İlker Aksum, Aleyna Al, Cemal Hünal ve Aslı Bekiroğlu gibi deneyimli ve genç kuşağın sevilen isimlerinin yer aldığı “Gülizar Yol Ayrımı”, 22 Ağustos itibarıyla izleyiciyle buluştu. Ancak bu film yalnızca bir yapım değil; aynı zamanda, insani bir hikâyeyi büyük bir sadelik ve samimiyetle aktaran bir sinema deneyimi.
Film, toplumun kenarında unutulmaya yüz tutmuş bir babanın ve onunla birlikte yaşam mücadelesi veren iki çocuğunun hikayesini odağına alıyor. Doğuştan engelli bir babanın, terk edildikten sonra verdiği yaşam savaşı, ekranlarda görmeye pek alışık olmadığımız derecede içten ve gösterişsiz bir anlatımla sunuluyor.
İlker Aksum, filmde canlandırdığı karakterle ilgili yaptığı açıklamada, projenin melodrama kaçmadan, tamamen hayatın içinden bir üslupla kurgulandığını vurguluyor:
“Çok güzel bir proje oldu. Eşinin terk ettiği doğuştan engelli bir babanın iki çocuğu ile hayat mücadelesini naif, tatlı bir şekilde anlatıyoruz. Böyle demagoji falan yok.”
Bu açıklama, aslında filmin temel bakış açısını da özetliyor. Çünkü Gülizar Yol Ayrımı, izleyiciyi ağlatmak için zorlamıyor; aksine, duyguların doğal bir şekilde açığa çıkmasına alan tanıyor.
kameranın arkasında sinema tutkusu var
Filmin yönetmeni Sercan Muhammet, uzun yıllardır kurduğu sinema hayalini bu proje ile gerçekleştirdi. Onun için bu film, sadece bir anlatı değil; sinema sanatına duyduğu saygının ve özverinin somut bir örneği.
“Sinemada sinema izleme duygusunu yeniden yaşatmak istedik. Çok büyük bir özveriyle çalıştık. Filmin son halini gördüğümüzde, bu emeğin karşılığını fazlasıyla alacağımıza inanıyorum.”
Muhammet’in bu sözleri, yapım sürecinin sadece teknik bir iş değil; aynı zamanda bir duygu ve değerler süreci olduğunu gözler önüne seriyor.
samimi bir yolculuk, sade bir anlatım
Gülizar Yol Ayrımı, büyük yapım efektlerine ya da şatafatlı sahnelere yaslanmıyor. Onun asıl gücü, izleyiciyle kurduğu samimi bağda saklı. Toplumsal kırılganlıkların içinden süzülüp gelen bir hikâye, sinemanın en saf haliyle perdeye yansıtılıyor.
Filmde yer alan her karakter, seyircide bir yer bulabiliyor. Çünkü bu karakterler hayattan alınmış, abartılmamış, basitleştirilmemiş… Tam da oldukları gibi.
Ayrıca filmin müzikleri ve renk paleti de bu samimiyeti tamamlayacak biçimde seçilmiş. Özellikle dramatik sahnelerde kullanılan sade ama etkili tınılar, izleyiciyi karakterlerin duygusal yolculuğuna daha da yaklaştırıyor.