Kimlik, teknoloji, şiddet, mitoloji ve kolektif hafızanın sinemayla buluştuğu çok katmanlı bir sezon başlıyor.
İstanbul Modern Sinema, bu yıl sezonu yalnızca filmlerle değil, çok katmanlı bir kültürel deneyimle açıyor. Yeni sezonun teması “oyun” ve bu tema, hem literal hem de metaforik anlamlarıyla izleyiciyi düşünmeye, sorgulamaya ve hissetmeye yöneltiyor. “Doğruluk mu Cesaret mi?” başlığı altında sunulan seçki; sinema gösterimleri, paneller, sanal gerçeklik deneyimleri ve yapay zekâ atölyeleri ile sezonun sıradan bir başlangıç olmadığını açıkça ilan ediyor.
Türk Tuborg A.Ş. sponsorluğunda ve Goethe-Institut katkılarıyla hazırlanan bu özel program, izleyiciyi yalnızca sinema salonlarına değil; düşünsel, teknolojik ve duygusal yolculuklara da davet ediyor. Modern sanatın oyun kavramı etrafında yeniden şekillenmesine tanıklık etmeye hazır olun.
sinemanın oyun alanı: aidiyet, bellek ve teknoloji
“Doğruluk mu Cesaret mi?” seçkisi, sadece eğlenceli oyunları çağrıştırmıyor. Tam tersine, bu tema altında sunulan her yapım, oyun kavramının farklı boyutlarını inceliyor. Bazı filmler bunu çocukluk üzerinden yaparken, bazıları göçmen kimliği, toplumsal cinsiyet ya da şiddetin görünmez dinamikleri üzerinden sorguluyor.
Aysun Bademsoy’un “Oyun Değiştiriciler” belgeseli, bu sezonun en dikkat çekici yapımlarından biri. Berlin’de futbol oynayan Türkiye kökenli genç kadınların hikâyesine yeniden dönerek, bir oyunun sadece eğlence değil, aynı zamanda direniş, varoluş ve özgürlük anlamına da gelebileceğini gösteriyor.
Emine Yıldırım’ın İstanbul Film Festivali'nde SİYAD En İyi Film Ödülü’ne layık görülen “Gündüz Apollon, Gece Athena” adlı filmi ise mitoloji ile bugünün kadın deneyimini harmanlayan bir anlatı sunuyor. Side Antik Kenti’nin büyülü atmosferinde geçen hikâye, oyunu travmayla, geçmişle ve kimlikle buluşturan güçlü bir anlatım sunuyor.
sinema panelleri: fikirlerin çarpıştığı entelektüel sahne
Programın film gösterimleri kadar dikkat çeken bir diğer boyutu da tematik paneller. Her biri farklı bir açıdan “oyun” kavramını ele alıyor ve disiplinler arası katkılarla zenginleşiyor.
“İçimizdeki Tanrıçalar” panelinde Emine Yıldırım, Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur ve psikanalist Ferhan Özenen, mitolojik figürlerin modern bilinçdışımızdaki izdüşümlerini tartışıyor. Bu oturum, sinema ile psikanalizin kesiştiği alanları keşfetmek isteyenler için oldukça değerli.
“Oyun Birleştirir: Kolektif Mücadele” başlıklı panelde Aysun Bademsoy ve Uzm. Dr. Alper Hasanoğlu, sporun yalnızca bir rekabet değil; toplumsal aidiyetin, kimlik arayışının ve dayanışmanın sahnesi olduğunu vurguluyor. Spora sosyolojik ve nöropsikolojik bir perspektiften bakma imkânı sunan panel, özellikle genç izleyiciler ve aktivistler için dikkat çekici.
Onur Saylak ve Prof. Dr. Bengi Semerci’nin katıldığı “Şiddetin Ritüelleri” paneli ise şiddetin oyunla kesişen boyutlarını felsefi ve psikanalitik bir düzlemde inceliyor. Şiddetin görünmez ritüelleri, oyunculukla temsilin sınırları ve izleyicinin duyusal hafızası, bu panelde çarpıcı şekilde masaya yatırılıyor.
teknoloji, sanat ve oyun üçgeninde kaybolmaya hazır mısınız?
Teknoloji, yalnızca izleme biçimlerini değil, sanatın üretim süreçlerini de dönüştürüyor. Bu değişim, “Sanal, Gerçek ve Ötesi” adlı panelde detaylı şekilde ele alınıyor. Deniz Tortum ve Alkan Avcıoğlu’nun katılımıyla gerçekleşen panel, VR ve yapay zekâ teknolojilerinin sinemada nasıl bir oyun alanı kurduğunu tartışıyor.
28 Eylül’de gerçekleşecek “360° VR Film Atölyesi” ise sezonun en deneysel etkinliği olmaya aday. Yönetmen Berceste Gülçin Özdemir’in kuraklık temalı filmi Susuzluk, hem klasik hem de 360° VR teknolojisiyle izleyiciye sunuluyor. Bu deneyim, sadece bir film değil, bir sorgulama alanı olarak kurgulanıyor: Gerçek nedir? Oyun ne zaman başlar? Ne zaman biter?
seçkideki filmler: cesur, farklı ve düşündürücü
Seçkide yer alan filmler, her biri ayrı bir oyun kurgusu sunuyor.
“Büyük Yolculuk” (Miguel Gomes), 1918 Burma’sında geçen zamansız bir aşk kovalamacası üzerinden sinema ile gerçeklik arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor. Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünü kazanan film, postkolonyal hafıza ve görsel dil üzerinden düşündürüyor.
Chris Marker’in kült filmi “Beşinci Seviye”, video oyunu metaforu ile hafıza, tarih ve teknolojinin kesiştiği noktaları araştırıyor. Marker’ın kurmaca-belgesel tarzı, izleyiciyi zihinsel bir oyunun içine sürüklüyor.
Ruben Östlund’un “Oyun” filmi, gerçek bir olaydan ilham alarak sınıfsal manipülasyon, çocukluk travmaları ve ırksal gerginlikleri mercek altına alıyor. Bu film, seyirciyi rahatsız edecek kadar cesur, düşündürecek kadar gerçekçi.
Joshua Oppenheimer’ın “Öldürme Eylemi” adlı belgeseli, tarihsel bir travmanın fail hafızasından yeniden inşasını sunuyor. Oyun gibi sunulan katliam sahneleri, belgeselin ahlaki sınırlarını zorlayarak izleyiciyi etik sorgulamalara yöneltiyor.
bu sezon izleyiciye sorulan soru açık: doğruluk mu cesaret mi?
İstanbul Modern Sinema, sezonun açılışını sadece bir etkinlik olarak değil, bir meydan okuma olarak kurguluyor. İzleyiciye doğrudan bir soru soruluyor: Gerçeğe sadık kalacak mısın, yoksa yeni olasılıklara cesaret edecek misin?
Bu sezon oyun; bir çocukluk meselesi değil, yetişkin dünyanın karanlık, çelişkili ve çok katmanlı gerçeklerini anlamanın yolu olarak sunuluyor. Mitolojik tanrıçalardan video oyunlarına, şiddet ritüellerinden VR atölyelerine uzanan bu yolculuk, sinemanın yalnızca izlenen değil, yaşanan bir sanat olduğunu hatırlatıyor.