“Davamız Allah davası, millet davası, vatan davasıdır. Bu mukaddes dava karşısında biz, nefsimizi sildik.” Bu sözler, Türk-İslam düşüncesinin en inançlı kalemlerinden biri olan Osman Yüksel Serdengeçti’ye ait. Bugün, o cesur sesin, o mütevazı dava adamının aramızdan ayrılışının yıldönümü…
Akseki’den Ankara’ya uzanan bir hayat
1917 yılında Antalya’nın Akseki ilçesinde dünyaya gelen Osman Yüksel’in gerçek adı Osman Zeki Yüksel’di. Müftü Hacı Salim Efendi’nin oğlu, Diyanet İşleri eski başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğeni olan Yüksel, çocukluk yıllarını ilim ve inançla yoğrulmuş bir çevrede geçirdi.
Eğitimine Akseki’de başlayan, Antalya’da sürdüren Serdengeçti, Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi. Fakat kader onu başka bir yola sürükleyecekti. 3 Mayıs 1944’teki öğrenci olaylarına karıştığı iddiasıyla tutuklanarak işkence gördü. Bu ağır süreç, onun fikir dünyasında milliyetçiliği bir ideolojiden öte, bir iman meselesi hâline getirdi. Tahliye edilse de eğitimine devam etmesi engellendi. Kısa bir süre Ankara Belediyesi’nde çalıştı, ardından kalemiyle mücadeleye başladı.
“Serdengeçti” bir dergi değil, bir ruh
1947’de çıkardığı “Serdengeçti” dergisi, yalnızca bir yayın değil, bir başkaldırıydı. “Allah, Vatan, Millet Yolunda” sloganıyla çıkan bu dergi, tek parti döneminin baskıcı anlayışına karşı inanç, hürriyet ve millet ruhunun sesi oldu. Derginin neredeyse her sayısı toplatıldı; Osman Yüksel defalarca hapse girdi. Ama o, her seferinde aynı kararlılıkla yeniden başladı. O yıllarda kalemini eline alan Serdengeçti, “Açın kapıları, Osman geliyor!” sözünü sık sık tekrarlardı. Bu cümle, hem bir mizah hem de meydan okumaydı.
Mizahla yoğrulmuş bir mücadele
Sadece ciddi yazılarla değil, esprili üslubuyla da tanınan Serdengeçti, halkın diliyle konuştu. 1952’de yayımladığı tek sayılık “Bağrıyanık” gazetesinde mizahı bir direniş aracı olarak kullandı. Kaleminde hem hiciv hem de derin bir hüzün vardı. Yazılarında din düşmanlığına, Batı hayranlığına, kültürel yozlaşmaya karşı çıktı.
“Kravatsız Milletvekili”
1965 yılında Adalet Partisi’nden Antalya milletvekili seçildi. Fakat o, siyasetin kalıplarına sığmayan bir karakterdi. Meclis’e kravatsız gitmesiyle “Kravatsız Milletvekili” olarak anıldı. Koltuğa değil, halka ve hakikate bağlıydı. Eleştirilerinden ötürü partiden ihraç edilse de çizgisinden asla taviz vermedi.
Osman Yüksel Serdengeçti’nin kaleminden çıkan her eser, bir uyarı, bir diriliş çağrısıydı. Mabetsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Ayasofya Davası, Mevlâna ve Mehmed Âkif, Gülünç Hakikatler…
Hepsi aynı sesin yankısıydı: “Maneviyatsız bir millet, köksüz bir ağaç gibidir.”
Felsefeye olan ilgisi onu Batılı düşünürlere yöneltmiş, ancak sonunda kendi köklerinde aradığı hakikati bulmuştu. Rousseau, Nietzsche, Bergson onu tatmin etmemişti; o, Yunus Emre’nin sadeliğinde, Mevlâna’nın derinliğinde huzuru bulmuştu.
Sade bir hayat, büyük bir miras
Osman Yüksel’in mücadelesi sadece fikirle sınırlı değildi. Fakir öğrencilere yardım eder, kazancını paylaşırdı. Dünya malına yüz çeviren bir gönül adamıydı. Yaşamının son yıllarını Parkinson hastalığıyla geçirdi. 10 Kasım 1983’te Ankara’da Hakk’a yürüdü. Cenazesi, Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi.