Abdülbaki Gölpınarlı, 20. yüzyıl Türk ilim ve düşünce dünyasının en üretken, tartışmalı ve çok yönlü isimlerinden biridir. Baba tarafından Azerbaycan'ın Gence kentinden, oradan Bursa’ya göç etmiş bir aileye mensuptur. Soyadını, ailesinin Gökçay bucağının Gölpınar köyünden gelmesine atıfla seçmiştir.
Aile daha sonra Rusçuk’a yerleşmiş ve burada hem bürokratik hem de entelektüel bir kimlik kazanmıştır. Babası Ahmed Âgâh Efendi, Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde uzun yıllar çalışmış ve “şeyhülmuhâbirîn” unvanıyla anılmıştır.
Eğitim hayatı ve kültürel etkileşimleri
1900 yılında İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya gelen Abdülbaki Gölpınarlı, daha çocukluk yıllarında Mevlevîhânelere devam etmiş ve tasavvuf kültürüyle iç içe bir ortamda büyümüştür. Farsça ve Çağatayca'yı babasının etkisiyle öğrenmiş, geleneksel eğitimi yanında modern eğitim kurumlarında da bulunmuştur. Babasının ölümü üzerine lise öğrenimini yarıda bıraksa da azmi sayesinde sonradan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuş ve akademik kariyerine başlamıştır.
Akademik kariyeri ve öğretmenlik yılları
Konya, Kayseri, Balıkesir, Kastamonu gibi şehirlerde edebiyat öğretmenliği yapan Gölpınarlı, 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde akademik hayata atılmış, daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne geçerek İslam-Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri vermiştir. 1945 yılında Marksist faaliyet iddiasıyla tutuklanmış, ancak on ay sonra beraat etmiştir. 1949’da kendi isteğiyle emekliye ayrılmış ve çalışmalarını bağımsız bir araştırmacı olarak sürdürmüştür.
Düşünsel çizgisi ve tartışmalı yönleri
Gölpınarlı’nın hayatı boyunca farklı fikir akımlarına yakınlık gösterdiği, ancak asıl bağlılığını Şiîlik ve Mevlevîlik üzerinden sürdürdüğü bilinir. Nâzım Hikmet’e yönelik ağır eleştiriler kaleme alması, buna karşın daha sonra sol çevrelerle ilişki kurması, değişken fikir yapısına işaret eder. Ancak bütün bu yönleriyle o, hiçbir zaman yüzeysel bir figür olmamış, Türk düşünce dünyasında her zaman derinliğiyle öne çıkmıştır.
Eserleri ve bilimsel katkıları
Abdülbaki Gölpınarlı'nın yazdığı ve yayımladığı kitap sayısı 114’ü, makale sayısı ise 400’ü aşmaktadır. Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Fuzulî ve Pir Sultan Abdal gibi isimler üzerine yaptığı çalışmalar, alanında öncüdür. Divan edebiyatına yönelik zaman zaman eleştirel bakış sergilese de, daha sonra bu edebiyatın seçkin metinlerini günümüz Türkçesine kazandırmıştır.
Fütüvvetnâmeler, tasavvufî terimler, mezhepler tarihi ve şiir yorumları üzerine yaptığı titiz çalışmalar, yalnızca Türk edebiyatı değil, İslam düşünce tarihi açısından da temel kaynaklar arasında yer alır.
Tasavvuf ve edebiyat arasındaki köprü
Gölpınarlı, Mevlevîlik ve Bektaşîlik başta olmak üzere Anadolu tasavvuf geleneklerine derinlemesine nüfuz etmiş, bu alanları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal bir bağlılıkla da ele almıştır. Farsça ve Arapçaya olan hâkimiyeti, klasik eserleri titizce tercüme etmesini ve özgün şerhlerle zenginleştirmesini sağlamıştır.
Vefatı ve ardında bıraktığı miras
25 Ağustos 1982 tarihinde hayatını kaybeden Abdülbaki Gölpınarlı, Üsküdar’daki Seyitahmet deresinde bulunan Şiî Mezarlığı’na defnedilmiştir. Onun vefatı, Türkiye'de tasavvuf araştırmalarının ve klasik metin yayıncılığının önemli bir isminden yoksun kalınması anlamına gelmiştir.
Modern zamanların klasik bilgini
Abdülbaki Gölpınarlı, klasik edebiyatın inceliklerini modern ilim anlayışıyla birleştirmiş; tasavvufu sadece tarihî bir alan değil, yaşayan bir kültürel miras olarak ele almıştır. Şiîlik, Mevlevîlik, fütüvvet, halk edebiyatı ve mezhep tarihi üzerine yaptığı katkılar, onu yalnızca bir akademisyen değil, aynı zamanda bir kültür işçisi hâline getirmiştir. Eserleri hâlâ araştırmacıların başvuru kaynakları arasında yer almakta, fikirleri ise tartışılmaya devam etmektedir. Bu yönüyle Gölpınarlı, Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesinin en etkili ve özgün simalarından biridir.