1821 baharında Mora Yarımadası’nda başlayan Yunan isyanı, kısa sürede siyasi bir hareket olmaktan çıktı; etnik ve dini kimlikler üzerinden bir toplu kıyıma dönüştü. Osmanlı hâkimiyetindeki bölgede yaşayan Türkler, ayaklanmanın ilk hedefi oldu. Köylere yapılan baskınlarla başlayan şiddet dalgası, kısa sürede kitlesel bir katliama evrildi. Osmanlı belgeleri, bu sürecin 19 Ağustos 1821 civarında başladığını kaydediyor.
Tripoliçe, katliamın zirve noktası
Mora Katliamı’nın en kanlı sahnesi 23 Eylül 1821’de Tripoliçe şehrinde yaşandı. İsyancıların eline geçen şehirde on binlerce Türk ve Müslüman, kadın-çocuk ayrımı yapılmaksızın öldürüldü. Evler ateşe verildi, cesetler günlerce sokaklarda kaldı.
Ünlü İngiliz yazar William St. Clair, bu sahneleri şu çarpıcı sözlerle aktarıyordu:
“Dünyanın haberi olmadan yok edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler.”
Kimler gerçekleştirdi?
Yerel isyancılar ve kleft çeteleri köylere baskın düzenledi.
İsyan liderleri Petros Mavromihalis ve Theodoros Kolokotronis, saldırıların başını çekti.
Din adamları, papazların vaazlarıyla halka “Türkleri yok edin” çağrısı yaptı.
Avrupalı gönüllüler (Filhelenler), Yunan bağımsızlık hareketini desteklerken katliam karşısında sessiz kaldı.
Neden Türkler hedef alındı?
Katliamın temelinde üç etken öne çıkıyordu:
Milliyetçilik: Yunan bağımsızlığı için “Türksüz Mora” ideali.
Dini fanatizm: Ortodoks papazların, katliamı dini görev gibi sunan kışkırtıcı söylemleri.
Mülkiyet ve çıkar: Katledilen Türklerin malları ve toprakları isyancıların eline geçti.
Olayların canlı tanıklarından Lütfi Efendi, hatıratında şu satırları kaleme almıştı:
“Rumların ayaklanmasıyla, yaklaşık dört asır Mora’yı vatan edinen Türkler, isyancıların çok şiddetli saldırılarına maruz kaldı. İsyana Rumlara destek için katılan ancak gördükleri vahşet karşısında irkilen bazı Avrupalı müelliflerin gözlemlerinden anlaşıldığı kadarıyla, Rumların bu vahşi cinayetleri tam bir soykırım özelliği taşıyordu.”
Mora Katliamı yalnızca insan canına değil, bir medeniyetin kültürel izlerine de yöneldi. Camiler yıkıldı, mezarlıklar talan edildi, vakıf eserleri yok edildi. Yüzyıllardır süregelen Türk-İslam varlığı, sistematik bir şekilde silindi. Bugün Mora’da Türk izlerinin yokluğu, bu acı gerçeğin sessiz tanıklığını yapıyor.
Avrupa’nın sessizliği
O dönem Avrupa basını Yunan bağımsızlığını “özgürlük mücadelesi” olarak yüceltirken, Mora’daki Türklerin katledilmesini görmezden geldi. Lord Byron gibi isimler Yunan isyanını destekledi, ancak Tripoliçe’nin kan gölüne dönen sokakları Avrupa’da yankı bulmadı. Bu sessizlik, tarihin en büyük çifte standartlarından biri olarak kayda geçti.
204 yıl sonra: Silinmeyen iz
Tam iki asrı aşkın süre geçmesine rağmen Mora Katliamı, hâlâ tarihin en karanlık sayfaları arasında yerini koruyor. 1821’de yaşanan bu toplu kıyım, Türk-Yunan ilişkilerinde derin izler bırakırken, sadece bir halkın yok oluşunu değil; aynı zamanda kökleriyle birlikte silinmek istenen bir medeniyetin dramını gözler önüne seriyor.