25 Temmuz 2016 günü, tarih yalnızca bir akademisyeni değil; hafızasını, vicdanını ve kendine özgü sesini kaybetti. Halil İnalcık, ardında onlarca kitap, yüzlerce makale, binlerce öğrenci ve hafızalara kazınmış bir düşünce sistemi bırakarak hayata veda etti. Bugün onun vefatının üzerinden tam dokuz yıl geçti. Ancak zaman, bu büyük ilim insanının hatırasını silmek bir yana, daha da berraklaştırdı.
“Gerçek Tarihçi, kaynağa saygılı olandır”
Halil İnalcık için tarih, kuru kronolojilerden ibaret bir anlatı değil; insanın hayatına, toplumların ruhuna ve güç ilişkilerinin doğasına inen derin bir arayıştı. O, tarihçiliği yalnızca belge okumakla sınırlı görmedi. Tarihi bir düşünme biçimi, bir hakikat arayışı olarak ele aldı. Onun gözünde tarihçi, yalnızca anlatan değil; açıklayan, anlamlandıran ve gerektiğinde sorgulayan kişiydi.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki öğrenciliğiyle başlayan akademik yolculuğu, Chicago Üniversitesi’nden Oxford’a, Harvard’dan İstanbul’a kadar geniş bir coğrafyada yankı buldu. Kurduğu Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü ise onun “tarih inşa edilir” sözünü kurumsallaştırdığı bir akademi oldu.
Osmanlı’nın sosyal anatomisini çözen bilge
Halil İnalcık, özellikle Osmanlı tarihi alanındaki derinlemesine çalışmalarıyla tanınır. Ancak onu farklı kılan, padişahların savaşlarından ya da saray içi entrikalardan çok, Osmanlı toplumunun dinamiklerine eğilmesiydi. Tımar sisteminden vakıflara, halk kültüründen iktisadi politikalara kadar birçok başlığı akademik gündeme taşıdı.
Bugün hâlâ kaynak eser olarak gösterilen “The Ottoman Empire: The Classical Age” (Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ) ve “Devlet-i Aliyye” gibi yapıtlar, onun tarih anlayışının hem akademik hem de entelektüel düzeyde ne denli güçlü olduğunu ortaya koyar. Ona göre Osmanlı, yalnızca bir imparatorluk değil, bir medeniyetti; bu medeniyetin anlaşılması ise bir ömürden fazlasını gerektirirdi.
Tarih, sadece geçmiş değil; Geleceğin de rehberidir
Halil İnalcık’ın en çok vurguladığı noktalardan biri de, tarihin yalnızca geçmişe ait bir bilgi alanı olmadığıydı. Ona göre tarih, toplumların yönünü belirleyen bir pusulaydı. Hangi millet geçmişini doğru okuyabilirse, geleceğini de o ölçüde sağlam temeller üzerine inşa edebilirdi.
Bu sebeple, tarih eğitiminin popüler kültürle değil; akademik disiplinle yürütülmesi gerektiğini savundu. Tarihçiler için kaynak sadakati, belgelerin çok yönlü yorumu ve arşivlere saygı onun kırmızı çizgileriydi. Öğrencilerine yalnızca bilgi değil; bir duruş, bir metodoloji ve düşünsel derinlik kazandırmayı hedefledi.
Bir ömrün sessiz mirası: Duruşu, sözü, kalemi
Halil İnalcık, yıldızlı akademik unvanlara, uluslararası ödüllere, devlet nişanlarına sahipti. Ancak onun en büyük mirası, tevazu içinde geçen bir ömrün ardından hâlâ dipdiri duran ilmî etkisidir. Bugün Türkiye'de ve dünyada birçok tarihçi, onun yöntemlerini örnek alıyor; onun yol açtığı alanlarda araştırmalar yapıyor.
Kimi zaman Boğaziçi’nde bir konferansta, kimi zaman Kosova’da bir saha çalışmasında onun adı saygıyla anılıyor. Çünkü Halil İnalcık, bir dönemi anlatmakla kalmadı; bir çağın düşünsel zeminini kurdu.
Vefatının 9. yılında, Halil İnalcık’ı yalnızca anmak değil; anlamak, eserlerini yeniden okumak, fikirlerini tartışmak ve tarih disiplinine duyduğu sadakati sürdürmek gerçek bir vefa olacaktır. Çünkü o, geçmişin gölgesinde kalmamış; geleceğin aydınlığına uzanan bir ışık olmuştur.