Yeni Birlik Gazetesi
Yeni Birlik Gazetesi Kültür Sanat Taştan zamana açılan kapı: İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Taştan zamana açılan kapı: İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Neo-klasik cephesinden Sidon lahitlerine, bahçedeki taşlardan tarihin ilk aşk şiirine kadar İstanbul Arkeoloji Müzeleri tam bir zaman yolculuğu sunuyor.

Fatih’te, Gülhane Parkı'nın girişinde sizi karşılayan İstanbul Arkeoloji Müzesi binası, adeta bir antik Yunan tapınağını andırıyor. 1891 yılında, Osman Hamdi Bey’in önderliğinde mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen bu görkemli yapı, dönemin neo-klasik mimarisini yansıtır. Geniş taş merdivenlerle ulaşılan ana girişin üzerinde, dört sütun ve alınlıklarla Osmanlıca "Âsâr-ı Âtika Müzesi" (Eski Eserler Müzesi) yazısı yer alır. Bu yazının hemen üstünde II. Abdülhamid’in tuğrası, geçmiş ile bugünün sembolik bir imzası gibidir.

Bahçesindeki tarihin sessiz tanıkları

Müzenin dışındaki taş avlu, adeta açık hava galerisidir. Aralarında Ion, Dor ve Korint başlıklarının da yer aldığı sütun başları, farklı uygarlıkların mimari anlayışına tanıklık eder. Her biri Anadolu’nun farklı bölgelerinden getirilen bu taş eserler, sessizce zamanın tanıklığını yapar. Ziyaretçiler için ilk durağın burası olması boşuna değil: Bu sütun başlıkları geçmişin mimari diline açılan ilk kapıdır.

Üç ayrı müze, bir büyük medeniyet atlası

İstanbul Arkeoloji Müzeleri; üç ana birimden oluşan bir müze kompleksidir:

Arkeoloji Müzesi (Klasik Bina): Antik Yunan, Roma ve Bizans dönemine ait eserlerin sergilendiği ana binadır.

Eski Şark Eserleri Müzesi: Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Arabistan’ın İslamiyet öncesi kültürlerinden kalma eserlerin yer aldığı bölümdür.

Çinili Köşk Müzesi: 1472 yılında inşa edilen bu köşk, Osmanlı çini ve seramik sanatının en güzel örneklerini sunar.

Bu üç yapı, farklı dönemlerin kültürel, sanatsal ve teknik izlerini ziyaretçiye kronolojik bir düzenle sunar.

Müzenin Mutlaka Görülmesi Gereken Eserleri

İskender Lahdi

Sidon Kral Nekropolü kazılarında Osman Hamdi Bey tarafından çıkarılmış ve adını üzerindeki savaş sahnesinde tasvir edilen Büyük İskender’den almıştır. Pentelikon mermerinden yapılmış bu lahit, aslında Sidon kralı Abdalonymos’a aittir. Savaş ve av sahnelerinin olağanüstü kabartmaları ile antik sanatın zirvesini temsil eder.

Ağlayan Kadınlar Lahdi

Aynı kazıdan çıkarılan bu lahit, figüratif kompozisyonlarıyla dikkat çeker. Lahdin çevresinde yer alan kadın figürleri, elleriyle yüzlerini kapatarak yas tutar hâlde betimlenmiştir. Antik dünyada ölüm ritüelleri ve duygusal ifadelerin sanatsal yansımasını görmek isteyenler için başyapıttır.

Kadeş Barış Antlaşması Tabletleri

Hititler ve Mısırlılar arasında yapılan, tarihin ilk yazılı barış antlaşmasının çivi yazılı kopyaları burada sergileniyor. Savaşın ardından gelen diplomasi anlayışını belgelemesiyle yalnızca tarihsel değil, evrensel bir semboldür.

Aşk Şiiri Tableti

Sümerli bir kadının kral Suşin’e yazdığı aşk dolu dizeleri içeren bu tablet, dünyanın bilinen ilk aşk şiirini barındırmasıyla eşsizdir. Çivi yazısıyla kil üzerine işlenmiş bu eser, insan duygularının evrenselliğini binlerce yıl öncesinden bugüne ulaştırır.

Tarihin kalbine açılan yol

İstanbul Arkeoloji Müzeleri, yalnızca arkeolojik değil, felsefi bir yolculuk da sunar. Sütun başlıklarının gölgesinde düşünmek, bir kralın mezar taşına bakarken geçmişin yasını hissetmek, bir antlaşma tabletinde barışı görmek… Tüm bu duygular, müzenin ziyaretçiye sunduğu kültürel zenginliğin birer parçasıdır.

Bu rota, yalnızca bir müze gezisi değildir; medeniyetlerin izinde ilerleyen bir düşünsel serüvendir. Her taşı, her yazıyı, her çiniyi bir harf gibi okuyarak geçmişle bağ kurmak isteyenler için eşsiz bir deneyimdir.