Yeni Birlik Gazetesi
Yeni Birlik Gazetesi Kültür Sanat Unutulmayan ayaz: Ahıska Türkleri Sürgünü

Unutulmayan ayaz: Ahıska Türkleri Sürgünü

14 Kasım 1944’te bir gecede vatanından koparılan Ahıska Türkleri, ayazın, açlığın ve sürgünün karanlığında savruldu. 81 yıl sonra acı hâlâ taze, umut ise hâlâ dipdiri.

Bazen bir yolculuk vardır; insanı gideceği yere değil, geride bıraktıklarına hapseder. Ahıska Türklerinin sürgün gecesi de işte böyle bir gecedir…

Ahıska’nın kaderi, 1829’da Osmanlı’dan koparıldığı günden itibaren hep ağır sınavlarla yazıldı. Çarlık Rusya döneminde başlayan baskı, Sovyet yıllarında daha da sertleşti. Türk ve Müslüman kimliği hedef haline gelmiş, aydınlar susturulmuş, insanlar kendi köylerinde bile “şüpheli” ilan edilmişti. 

Gürcistan sınırına sadece 15 kilometre uzaklıktaki Ahıska’da o gece kar ince ince yağarken, kimse hayatlarının birkaç dakika içinde altüst olacağını bilmiyordu. 14 Kasım 1944… Evler sıcak, çocuklar uykudaydı, fırından yeni çıkan ekmeklerin kokusu taş sokaklara yayılmıştı. Fakat tüm bu huzur, kapılara bir anda şiddetle vurulan Sovyet asker dipçikleriyle paramparça edildi. 

Geriye Kalan Eşyalar, Geride Kalan Hayatlar

Kimse yanına bir eşya alamadı. Evlerin kapıları ardına kadar açık kaldı; ocakta kaynayan çaydanlık, duvarda asılı gelinlik fotoğrafları, soba üzerindeki tencere, yatağında uyuyan masumluk… hepsi olduğu yerde donup kaldı.

Bir anne, beşiğindeki bebeği apar topar alıp dışarı koştu; bir dede, oturduğu sandalyeden kalkacak vakit bulamadı bile. Bir genç, annesinin elini tutup gözlerine baktı: “Dönecek miyiz?” Cevabı kimse bilmiyordu. Ardı sıra bırakılan her ev, içindeki anılarla birlikte bir daha geri dönülmeyen bir masala dönüştü.

Rayların Üzerine Serilen Acı

İnsanlar hayvan taşımacılığında kullanılan kapısız, penceresiz, karanlık vagonlara dolduruldu. Rayların soğuğu demire, demirin soğuğu insanların tenine işledi. Vagonda bir annenin ninnisi çocuklarını değil, donmak üzere olan yüreğini ısıtmak içindi. Eksi 40 dereceye varan ayaz nefesleri kesiyor, insanların yüzünü taş gibi sertleştiriyordu. 

Bir ay boyunca süren bu yolculukta binlerce kişi açlık, hastalık ve soğuk nedeniyle hayatını kaybetti. Annesinin kucağında sessizce uykuya dalan bebekler bir daha uyanmadı; vagonda ateşi yükselen yaşlılar sabaha çıkamadı. Raylar, trenlerin değil, yaşama tutunamayan insanların sessiz çığlıklarını taşıdı.

Toprağın Yabancı Olduğu Diyarlara Dağılan Bir Millet

Hayatta kalan Ahıska Türkleri Kazakistan’ın sarı bozkırlarına, Kırgızistan’ın yamaçlarına, Özbekistan’ın tozlu yollarına bırakıldı. Buralar bir “yeni vatan” değil, sadece sürgünde nefes almaya mecbur oldukları yerlerdi. Sıkı gözetim altında yaşamak zorunda bırakıldılar. “Şehre gidemezsiniz”, “Ev değiştiremezsiniz”, “İzinsiz yolculuk yasak” gibi emirler her gün tekrarlanıyordu.

Bir Ahıskalı, bu kuralları ihlal ederse ailesiyle birlikte Sibirya’ya sürülme cezasıyla karşı karşıyaydı. Onlar için her gün yeni bir sınav, her nefes yeni bir mücadeleydi. Bir genç kız, defterine şu cümleyi yazmıştı: “Vatanı hiç görmedim ama annemin gözyaşlarında büyüdüm.”

81 Yıl Geçse de Ayazı Kaybolmayan Bir Gece

Bugün dünya üzerinde 600 bine yakın Ahıska Türkü yaşıyor. Kimi Türkiye’de, kimi Amerika’da, kimi Orta Asya’nın farklı şehirlerinde… Ama hepsinin yüreğinde aynı yanık acı var. “Nerelisin?” diye sorulduğunda, yüzlerine bir hüzün çöker. “Ahıskalıyım…” derler. Sonra duraklarlar. Çünkü çoğu o toprakları hiç görmedi, görse bile eskisiyle aynı bulamadı. Aradan geçen 81 yıl, acıları değil sadece tarih sayfalarındaki rakamları değiştirdi. O gecenin ayazı hâlâ içlerinde; trenlerin demir kokusu hâlâ hafızalarında.

Unutulmamış Bir Gecenin Fısıltısı

14 Kasım geldiğinde Ahıska’nın rüzgârı biraz daha soğuk eser. Sanki o geceki sessizlik yeniden çöker, o çocuk ağlamaları, o annelerin feryadı yeniden duyulur. Bir halkın kökünden sökülüşü, bir gecede yerinden edilen hayatlar, rayların üzerinde kaybolan umutlar… 

Hiçbiri unutulmadı. Çünkü Ahıska Sürgünü, sadece bir tarih olayı değil; bir milletin hafızasında hiç kapanmayan bir yaradır. Ve bugün, 81 yıl sonra bile rüzgâr hâlâ aynı şeyi fısıldıyor:
“Biz sizi unutmadık… Siz de bizi unutmayın.”