Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de 5 Temmuz 2009’da yaşanan katliamın üzerinden 16 yıl geçti. Aradan geçen yıllar, yalnızca can kayıplarını değil; Uygur halkının kadim kültürüne yönelik sistematik bir silinme politikasını da görünür kıldı.
2009 yılının Temmuz ayında Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde patlak veren olaylar, birkaç yüz kişinin katılımıyla başlayan bir protestodan, binlerce kişinin ölümüne ve on binlerin kaybolmasına uzanan büyük bir etnik kıyıma dönüştü. Ancak bu katliamın ardında sadece bir toplumsal kriz değil, Uygur kültürüne yönelik çok katmanlı bir soykırım süreci vardı.
Anadil baskısı ve eğitimde asimilasyon
Çin yönetimi, 2017’den itibaren Uygur Türkçesiyle eğitim veren tüm okulları kapattı. İlkokullardan üniversitelere kadar tüm eğitim kurumlarında zorunlu Mandarin eğitimi getirildi. Uygur dili “gelişmeye engel yerel dil” olarak damgalandı. Kültürün taşıyıcısı olan nesiller, ana dillerini unutur hâle geldi.
İnanç mekânlarının silinmesi
Binlerce cami ya yıkıldı ya da “modernizasyon” gerekçesiyle ibadete kapatıldı. Uydu görüntüleriyle belgelenen bu süreçte, Uygur mimarisi ve sembolleri sistemli biçimde ortadan kaldırıldı. Bazı camiler ise turistik müzelere dönüştürüldü, dini içerikler çıkarıldı.
Dijital kültür temizliği
Uygur müziği, halk hikâyeleri, ilahiler ve geleneksel kıyafetlere dair içerikler dijital platformlardan silindi. Uygurca içerik üretimi suç unsuru sayıldı. YouTube, TikTok ve WeChat gibi platformlarda Uygur kültürünü anlatan paylaşımlar sansürlendi, içerik üreticileri tutuklandı.
Yeniden eğitim kampları
1 milyondan fazla Uygur’un gönderildiği yeniden eğitim kamplarında, bireylerin dinî inançlarını, geleneksel düşüncelerini ve kültürel davranış kalıplarını terk etmesi hedeflendi. Bu kamplarda Mandarin dili zorunlu hâle getirildi, Kur’an okumak, oruç tutmak, geleneksel kıyafet giymek “aşırılık” sayıldı.
Kültürel alanlar yok ediliyor
Uygur müziği ve halk dansları, devlet kontrolünde revize edilerek turistik gösterilere dönüştürüldü. Ancak bu versiyonlar, kültürün özgün ruhunu yansıtmaktan uzak, kontrollü bir folklor vitrini olmaktan öteye geçemedi.
Bu yıl dönümü, sadece bir hatırlama değil; insan haklarının en temel unsurlarından biri olan kültürel hakların sistematik biçimde gasp edilmesine karşı evrensel bir çağrıdır. Her bireyin anadilinde konuşma, inancını yaşama, geleneklerini sürdürme ve tarihini hatırlama hakkı vardır.
Bu saldırıya karşı sessizlik değil, dayanışma, bilinç ve hatırlama sorumluluğuyla hareket etmek, sadece Uygurların değil, tüm insanlığın onurudur.