Osmanlı tahtına 1512’de çıkan Yavuz Sultan Selim, yalnızca sekiz yıl süren hükümdarlığında imparatorluğu 2,5 kat büyüttü. Çaldıran’da Safeviler’i mağlup ederek doğu sınırlarını güvence altına aldı; ardından Mercidabık ve Ridaniye zaferleriyle Şam, Kudüs ve Kahire’yi Osmanlı topraklarına kattı. Bu seferler, yalnızca siyasi genişleme değil, Osmanlı’nın İslam dünyasında en güçlü otorite haline gelmesinin de dönüm noktasıydı. Ancak Yavuz’un mirası yalnızca kılıçla yazılmadı. O, aynı zamanda Farsça Divanı ve şiirleriyle Osmanlı kültür tarihine derin bir iz bıraktı.
Şam ve Kudüs fetihleri: İslam dünyasının kalbine yolculuk
1516’daki Mercidabık Savaşı ile Halep ve Şam’ın kapıları Osmanlı’ya açıldı. Şam’a girerken ihtişamdan çok sükûnet tercih eden Sultan Selim, burada Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin mezarını buldurup türbe ve tekke yaptırdı. Bu, onun yalnızca fetih değil, maneviyatı da gözeten hükümdar kimliğinin göstergesiydi.
Kudüs seferi ise tarih sayfalarına başka bir anlam kazandırdı. Yavuz Sultan Selim, Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’yı ziyaret ederek Osmanlı’nın İslam dünyasının kalbiyle olan bağını pekiştirdi. Şehrin dini dokusuna dokunmadan, burayı hürmetle Osmanlı idaresine kattı.
Hilafetin Osmanlı’ya taşınışı
1517’de Kahire’nin alınmasıyla Osmanlı tarihinin seyrini değiştiren bir gelişme yaşandı. Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ve kutsal emanetler İstanbul’a getirildi. Böylece Osmanlı sultanları, hilafet makamının da sahibi oldu. Yavuz Sultan Selim, bu unvanı kişisel ihtişamın değil, “Haremeyn’in hizmeti”nin sembolü olarak gördü ve “Hadimü’l-Haremeyn” sıfatıyla anıldı.
Hilafetle birlikte Osmanlı yalnızca siyasi bir imparatorluk değil, tüm İslam dünyasının manevi merkezi konumuna yükseldi. Bu gelişme, sonraki yüzyıllarda Osmanlı’nın dini-siyasi liderliğini pekiştirdi.
Kalemin gücü: Divan şairi bir padişah
Sert mizacıyla tanınan Yavuz’un en az savaş meydanlarındaki kadar güçlü bir yönü de kalemindeydi. “Selimî” mahlasıyla yazdığı Farsça Divanı, onun iç dünyasını anlamak için eşsiz bir kaynaktır.
Şiirlerinde aşk, ayrılık, kader ve hicran temaları öne çıkar. Bir beyitinde “Arslan pençemin korkusundan titrerken, beni bir gözleri ahu esir etti felek” dizelerini kaleme alan Yavuz, savaşçı gücünün ardındaki kırılgan duyguları açığa vurdu. Divanı, Osmanlı padişahları arasında edebi yönü en güçlü eserlerden biri olarak kabul edilir.
Sanat ve ilmin himayesi
Yavuz Sultan Selim yalnızca kendi şiirleriyle değil, ilim ve sanat dünyasına sağladığı katkılarla da hatırlanır. Kemalpaşazâde, İdris-i Bitlisî ve Zenbilli Ali Efendi gibi âlimlerle yakın ilişkiler kurdu; onların fikirleriyle devlet politikalarını şekillendirdi. Kahire seferi sonrası İstanbul’a getirilen sanatçılar, Osmanlı sarayında yeni bir kültürel canlılık yarattı.
Onun sohbet meclislerinde yalnızca siyaset değil, edebiyat ve tasavvuf da konuşuldu. Mevlânâ’ya ve İbnü’l-Arabi’ye duyduğu saygı, onun maneviyata olan ilgisini gösteren güçlü örneklerdi.
Kılıcın kudreti, kalemin inceliği bir miras
22 Eylül 1520’de vefat eden Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tarihine “sekiz yıla seksen yıl sığdıran” bir hükümdar olarak geçti. Doğu’da Osmanlı’nın dini-siyasi liderliğini tesis ederken, Divanı’nda işlediği beyitlerle bir şairin hassas ruhunu bıraktı.
Bugün onun mirası, hem hilafeti İstanbul’a taşıyan kudretli bir hükümdar hem de aşkı, hicranı ve kaderi dizelerine döken bir şair olarak iki yönlü okunuyor.
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tarihinin en sert yüzlerinden biri gibi görünse de, kaleminden dökülen mısralar onun gönlünde taşıdığı inceliğin ve sanatkâr ruhun en güçlü kanıtı.