GÖKHAN EREK / ÖZEL HABER
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump başkanlığında 6-7 Kasım tarihleri arasında Beyaz Saray'da gerçekleştirilen Orta Asya Zirvesi’ne Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan liderleri katıldı.
Zirvede dikkat çeken ve en önemli gelişmelerden biri de işgalci İsrail’in, Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımdan dolayı yalnızlaştığı bir dönemde Kazakistan’ın; ABD arabuluculuğunda İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas, Sudan ve Umman arasında imzalanan İbrahim Anlaşmalarına katılması oldu. Bu anlaşmalar aslında, İsrail ile Arap ülkeleri arasında barışın, karşılıklı tanımanın, ekonomik iş birliğinin ve bölgesel istikrarın güçlendirilmesini hedefleyen normalleşme sürecinin temelini oluşturuyor.
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğretim Görevlisi Akademisyen Diren Doğan ise Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmalarına dahil olmasının Orta Asya’ya yansımaları, ABD’nin Orta Asya ile ilgili planları, Çin ve Rusya’nın alınan karara vereceği tepkileri, Kazakistan ve ABD arasında imzalanan nadir toprak elementleri anlaşmasının Çin açısından ne şekilde yorumlanacağını Yeni Birlik Gazetesi’ne değerlendirdi.

KOPUŞTAN ZİYADE HİZALANMA STRATEJİSİ
Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmalarına dahil olmasının bir kopuş veya eksen değişikliğinden ziyade, süreklilik içinde bir hizalanma stratejisi niteliği taşıdığını söyleyen Akademisyen Diren Doğan, “Kazak dış politikasını 1991’den beri taşıyan temel ilke “çok yönlü dengeleme” olmuştur. Nazarbayev döneminden beri Kazakistan bir eksene bağlanmak yerine eksenler arası boşlukta kazanç yaratmayı ve bir nevi sarkaç gibi salınmayı tercih eden bir stratejiyi izlemiştir. Bu açıdan baktığımızda örneğin Moskova’yla güvenlik mimarisi, Pekin’le altyapı ve ticaret, Batı’yla ise ekonomi, enerji ve kurumsal ağlara odaklanan bir ilişki türü yürütüldüğünü görüyoruz.” ifadelerini kullandı.
“GAZZE’DE YAŞANANLARA BİZİM GİBİ YAKLAŞMIYORLAR”
Akademisyen Diren Doğan, Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmalarına katılımını, “İsrail ile normalleşme” gibi okumanın aksak bir analizi doğuracağını belirterek, şunları kaydetti, “Çünkü iki ülke arasında pragmatizm temelli de olsa bir ilişki zaten vardı. Gazze’de yaşananlara Azerbaycan, Kafkasya, Orta Asya ülkeleri de bizim gibi yaklaşmıyorlar. Daha pragmatik bir yaklaşım tarzı uyguluyorlar. İsrail, ABD müttefiki olduğu için rest çekilemeyecek ülke olarak görülüyor. Biz bunu bu ülkelerin AB ile imzaladıkları anlaşma ile Kuzey Kıbrıs’ı yok saymalarında da gördük. Belli bir yol ayrımına kadar pragmatik motivasyonlar işliyor, kritik noktada yine ideolojik motivasyonlar dümeni devralıyor. Asıl görülmesi gereken sahnede; ABD, Ortadoğu’da Arap–İsrail yakınlaşmasını bir “jeopolitik çapa”ya dönüştürürken şimdi bunu Orta Asya ölçeğine taşıyan hamlenin başlangıç vuruşunu Kazakistan ile yapmış durumdadır. Kazakistan’ın tercihi, Washington’a “Ben buradayım ve çok yönlü bağımsızlığımı korumak için seçeneklerimi çoğaltıyorum.” demektir.”
“SEMBOLİK YANI KADAR MESAJ DEĞERİ GÜÇLÜ”
Kazak perspektifinden yaklaşıldığında, Rusya’nın Ukrayna ile savaşının Moskova’nın bölgesel ağırlığında iniş çıkışlar yaratırken; bu esnada Kazakistan’ın yeni diplomatik temas noktalarını güçlendirdiğini söyleyen Diren Doğan, “Bu adımın sembolik yanı kadar mesaj değeri güçlü: Kazakistan, kendisini artık sadece Avrasya iç çevresinin değil, Ortadoğu–Orta Asya kesişim hattının da aktif diplomatik aktörü olarak konumlanırken aynı zamanda bu süreçte temasa geçtiği aktörleri çeşitlendirmekten imtina etmiyor.” dedi.
TRUMP’IN ORTA ASYA PLANI NE?
Trump’ın, İbrahim Anlaşmaları üzerinden Orta Asya planlarını yorumlayan Diren Doğan, “Söz konusu Trump olduğu zaman işin neticesinin bir şekilde ticarete veya ekonomik karın maksimizasyonuna kayması muhtemeldir. Trump’ın bölgede yaptığı şey esasında ABD’nin son 15 yılda kaybettiği ekonomik-stratejik alanı yeniden inşa etmeye çalışmak. Bu yalnızca Orta Asya da değil örneğin Asya-Pasifik bölgesinde de net biçimde görülen bir süreç. Washington’ın Afganistan’dan çekilmesinden sonra oluşan boşluk, Çin’in Kuşak-Yol projeleriyle ve Rusya’nın güvenlik mekanizmaları ile doldurulmuştu. Ve yine enteresandır ki ABD, 2022 Kazakistan protestolarında Moskova ve Pekin’in karşı karşıya gelmesini bekliyordu; fakat iki aktörün kriz yönetiminde işbirliği yapabilmesi Washington’da hesapların yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Bu, ABD’nin bölgeye ekonomik ve diplomatik araçlarla daha proaktif şekilde dönmesinin arka planını oluşturuyor. Özellikle bu sınavdan sonra ABD’nin bölgeye daha yakından odaklanmaya çalışıyor olması dikkat çekici. Muhtemelen iki büyük gücün burada karşı karşıya geleceğini düşünmüştü ama hesaplarının istediği gitmemesi ABD’yi bölgede daha proaktif bir politika izlemeye itti. Kazakistan örneğinde ise, ABD’nin “sert askeri varlık”la veya tüm dünyaya yayılmış askeri üsleriyle değil, ekonomik güvenlik ve tedarik zinciri üzerinden sürecin yürütülmeye çalışıldığı bir sahne mevcut.” şeklinde konuştu.
“ABD BÖLGEYE YERLEŞMEYE DEĞİL DENGE KURMAYA GELDİ”
Trump’ın temelde üç şeyi amaçladığını aktaran Diren Doğan sözlerini şu şekilde sürdürdü, “Büyük güç rekabetinin karşı koltuğunda oturan Çin’in en büyük kozlarından biri olan kritik mineraller üzerindeki işleme tekelini kırmak, Rusya’nın bölgedeki “yakın çevre” veya arka bahçe iddiasını yumuşatmak ve Orta Asya’yı Pasifik–Avrupa hattında alternatif ticaret koridoru olarak yeniden kurgulamak. Bu stratejiyi, Soğuk Savaş dönemindeki “çevreleme” yerine daha çok stratejik çeşitlendirme ve alternatif olma politikası olarak görmek mümkün. ABD, bölgeye “yerleşmeye” değil, denge kurmaya geldiğini ima ediyor çünkü dümenin başında bizzat Trump var. İşte tam da bu yüzden Washington bu kez ideolojik değil pragmatik ve tüccar bir üsluba sahip. Özellikle altyapı, yatırım, teknoloji, maden kartlarıyla kurulan temaslar mevcut. Bu da Orta Asya ülkeleri için risksiz ve tavizsiz pazarlık alanını genişletiyor.”
YENİ KRİZLER YAŞANACAK MI?
Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmalarına dahil olmasının, Orta Asya’da yeni krizlere sebep olup olmayacağını değerlendiren Diren Doğan, “Orta Asya tarihsel olarak dış güçlerin rekabet alanı olsa da bugün olası kriz dinamikleri askeri çatışmadan çok ekonomik ve jeopolitik sürtünmeler şeklinde ortaya çıkabilir. Maden sahalarında yerel halk ile uluslararası şirketler arasında çevresel ve sosyal denge sorunları, ülkeler arası enerji ve su paylaşımı meseleleri ve büyük güçlerin nüfuz mücadelesinin diplomatik baskı mekanizmaları üzerinden şekillenmesi gibi başlıklar bölgede gerilim yaratma potansiyeline sahip. Ancak Kazakistan ve Özbekistan başta olmak üzere bölge ülkeleri artık 1990’ların dışa bağımlı kırılgan devletleri değil; çok taraflı diplomasi tecrübesi artmış, bölgesel işbirliği kanalları güçlenmiş durumda. Bu nedenle yeni krizlerin doğrudan çatışma biçiminde değil, sessiz rekabet, ekonomik karşı hamleler ve diplomatik konumlanma mücadeleleri şeklinde yaşanması daha olası görünüyor. Kısacası bölge kırılgan, ancak tepkisiz veya yönsüz değil.” ifadelerine yer verdi.
ÇİN VE ABD’Yİ EN FAZLA İLGİLENDİRECEK ALT BAŞLIK!
Diren Doğan, her ne kadar büyük puntoda Kazakistan’ın, Trump’ın ikinci döneminde İbrahim anlaşmalarına dahil olan ilk ülke olduğu görülse de alt başlıkta bir de ABD ile Kazakistan arasında ticaret ve nadir toprak elementleri alanlarını kapsayan 17 milyar dolarlık bir anlaşmanın mevcut olduğunu hatırlatarak, sözlerine şu satırları ekledi, “İşte iki ülkeyi bu alt başlık daha fazla ilgilendirecektir. Çin açısından baktığımızda ABD’nin bölgedeki ekonomik angajmanı esasında doğrudan ticari tehdit değil çünkü Çin bu alanda çok çok ileride bir aktör; asıl risk, işleme teknolojisi ve tedarik zinciri üstünlüğünün uzun vadede aşındırılması. Kritik madenler konusunda atladığımız husus şu ki bu madenlerin rezervine sahip olmak önemli ancak bunu çıkarma ve işleme asıl mesela ve Çin rezerv sahibi ülke olmasının yanı sıra esasında çıkarma ve işleme sürecinde fersah fersah ileride bir ülke. ABD’nin bu tür bir süreçte aktif rol alması ya da günümüzdeki ekonomik ejderhayı yaratan tedarik zincirlerindeki Çin tekelini kırması asıl Çin için doğrudan tehdittir. Çin şunu net biçimde görüyor: Eğer Washington Orta Asya’da sadece maden çıkarmayı değil, işleme kapasitesi geliştirmeyi finanse ederse, Pekin’in “pazar kapısı” olma rolü zayıflayabilir. Bu nedenle Çin tepkisini sessiz, ekonomik ve düzenleyici kanallardan verecektir en tipik olarak dışişleri sözcülerinin ağzından bu konuda duyulan rahatsızlığa şahitlik edebiliriz net bir tepki duymasak da Pekin arka kapılar ardında bununla ilgili çok çeşitli senaryoları çalışmaya başlamıştır.”
“RUSYA KÜRESEL NÜFUZ KAYBININ DEVAMI OLARAK YORUMLAYABİLİR”
Moskova açısından Orta Asya’nın sadece ekonomik değil kimliksel ve tarihsel hinterland meselesi olarak konumlandığına dikkat çeken Diren Doğan, “Özellikle Ukrayna Savaşı sürecinde Rusya’nın yaşadığı politik psikolojik durum düşünüldüğünde bu her zamankinden daha hassas bir durumdur. ABD’nin bölgeye bu şekilde girişi, Rusya’nın bölgede “kendi sahası” ya da klasik tabirle “arka bahçesi” olarak gördüğü alanın dış bağlantılar karşısında geçirgenleşmesini ifade ediyor. Bu yeni veya ani bir şey değil son yıllarda peyderpey bu süreç yaşanıyor esasında. Ancak son tahlilde bir aşamadan sonra Rusya bunu “küresel nüfuz kaybının devamı” olarak yorumlayabilir ve dolaylı baskılar, enerji fiyatlandırma kartı ve diplomatik söylemde gelecekte sert vurguların artması ihtimal dahilindedir.” ifadelerini kullandı.
“YALNIZCA BİR MADEN TEDARİK PROTOKOLÜ DEĞİL”
Kazakistan ile ABD arasında imzalanan nadir toprak elementleri anlaşmasını, yalnızca bir maden tedarik protokolü olarak değil, küresel güç rekabetinin tedarik zinciri üzerinde kurulduğu yeni dönemin işareti olarak okumak gerektiğini vurgulayan Diren Doğan, sözlerini şu şekilde sürdürdü, “Kazakistan uzun yıllardır “kaynak sağlayan ülke” rolünün kendisini dışa bağımlı kıldığını biliyor; bu nedenle artık sadece cevheri çıkaran değil, onu işleyebilen, rafine edebilen ve ara mal üretimine dahil olabilen bir aktör olma hedefini açıktan dile getiriyor ve ABD ile imzaladığı anlaşma bu konudaki motivasyonunun en net kanıtı. ABD’nin buradaki motivasyonu ise Çin’in nadir toprak elementlerinde sahip olduğu fiili tekelin çıkarma aşamasında değil, işleme ve yüksek katma değer aşamasında oluştuğunu çok iyi bilmesinden gelmektedir. Dolayısıyla Washington, Kazakistan’la kurduğu bu işbirliği üzerinden, Çin’in “madene sahip olma” gücünü değil, döngüyü kontrol eden teknolojik üstünlüğünü zayıflatmayı hedefliyor.”
ÇİN NADİR TOPRAK ELEMENTLERİ ANLAŞMASINI NASIL OKUYACAK?
Çin’in, Kazakistan’ın ABD ile imzaladığı nadir toprak elementleri anlaşmasını ilk etapta doğrudan bir kayıp olarak değil, ABD’nin tedarik zincirlerini coğrafi olarak dağıtma girişimlerinden biri olarak okuyacağını aktaran Diren Doğan, “Pekin’in refleksi bu noktada sert siyasi karşılık vermek yerine, bölgedeki finansman, altyapı ve lojistik bağlarını daha da sıkılaştırmak ve yeni anlaşmalarla ekonomik-ticari saflarını sıklaştırmak şeklinde ilerleyecektir. Yani rekabetin açık çatışma yerine yumuşak güç ve ekonomik nüfuz alanında ilerlemesi çok muhtemeldir.” diye konuştu.
“STRATEJİK SONUÇ SÖZLEŞMENİN İMZALANMASINDA DEĞİL…”
Nadir toprak elementleri anlaşmasının stratejik sonucunun, sözleşmenin imzalanmasında değil, asıl işleme tesislerinin gerçekten nerede kurulacağı, hangi teknolojiyle işletileceği ve hangi piyasaya bağlanacağı sorularında yatmakta olduğunu vurgulayan Diren Doğan, sözlerini şu şekilde sonlandırdı, “Eğer bu halkalar Kazakistan’da tamamlanabilirse, bölge yalnızca kaynak tedarikçisi değil, küresel tedarik zincirinin karar verenlerinden biri haline gelir ve burada Çin’in bir müdahalesi muhtemeldir; tamamlanamazsa anlaşma, sembolik bir diplomatik jest olarak kalır. Çin’in de söz konusu eşiğe kadar pasif bir izleme stratejisi takip edip, bir ileri aşamaya geçilmesi durumunda daha proaktif süreç izlemesi muhtemeldir.”