Dr. Çetinkaya, birbirinden çok farklı görünen iki ismi, Hasan el-Benna ve Malcolm X'i art arda kaleme aldınız. Sizi bu iki şahsiyeti çalışmaya iten ortak motivasyon neydi?
Her iki isim de 20. yüzyılın düşünce ve eylem dünyasının merkezinde yer alan figürler. Farklı bağlamlarda olsalar da, her ikisi de toplumlarının en umutsuz anlarında ortaya çıkmış, insanlara kaybettikleri özgüveni ve onuru geri vermeye çalışmışlardır. Hasan el-Benna, sömürgecilik ve iç yozlaşma kıskacındaki bir İslam dünyasında bir "ihya" projesi sunarken; Malcolm X, ırkçılığın sistematik baskısı altında ezilen bir halkın öfkesine ve adalet arayışına ses oldu.
Benim ilgimi çeken, her ikisinin de maneviyatı ve inancı, toplumsal bir dönüşüm projesinin motor gücü haline getirme çabasıydı. Onlar, sadece fikir üreten düşünürler değil, aynı zamanda o fikirleri hayata geçirmek için kitleleri harekete geçiren dâhi organizatörlerdi. Bu yüzden onların hayatları, bir fikrin nasıl bir harekete dönüştüğünün en somut örnekleridir.
Kitaplarınızda "analitik-biyografik" bir yaklaşım benimsediğinizi belirtiyorsunuz. Okurlarımız için bu yöntemin klasik bir biyografiden farkı nedir?
Klasik biyografiler genellikle olayları kronolojik bir sırayla anlatmakla yetinir. Analitik-biyografik yaklaşımda ise amaç, sadece olayları sıralamak değil, o olayların ardındaki dinamikleri çözümlemektir. Yani kişilik, çevre, fikir ve mücadelenin birbiriyle nasıl bir etkileşim içinde olduğunu anlamaya çalışırız.
Örneğin Malcolm X'in hayatı, isimlerindeki değişim üzerinden okunabilir: Malcolm Little kölelik mirasını, Detroit Red savruluşu, Malcolm X reddedişi ve El-Hac Malik El-Şahbaz ise evrensel bir kimliğe yönelişi simgeler. Her bir isim, onun iç dünyasındaki ve fikrî yapısındaki derin dönüşümlerin bir işaret taşıdır. Benzer şekilde Hasan el-Benna'yı sadece bir teşkilat kurucusu olarak görmek eksik kalır; o aynı zamanda Rabbani bir âlimin derinliğine, bir mürşidin maneviyatına ve bir aksiyon adamının cesaretine sahip çok yönlü bir şahsiyetti. Bu yöntemin amacı, okuyucuya bu katmanlı yapıyı sunarak, bu liderlerin neden ve nasıl bu kadar etkili olabildiklerini daha derinlemesine göstermektir.
"Minber ile Meydan Arasında"da, Hasan el-Benna'nın genellikle göz ardı edilen tasavvufi yönüne dikkat çekiyorsunuz. Bu manevi derinlik, onun siyasi hareketini nasıl şekillendirdi?
Bu, onun projesini anlamak için hayati bir anahtardır. El-Benna, tasavvufu ne onu tamamen reddeden katı Selefî akım gibi ne de onu hurafe ve miskinliğe boğan halk dindarlığı gibi gördü. Onun projesi, tasavvufu Kur'an ve Sünnet merkezli köklerine döndürmek, bid'atlardan arındırmak ve bu arındırılmış ruhani özü, ümmeti yeniden ayağa kaldıracak hareketin motor gücü yapmaktı.
Gençliğinde intisap ettiği Hasâfiyye tarikatındaki tecrübesi, İhvan-ı Müslimin'in temel yapısına ilham verdi. Hareket liderine "Mürşid" denmesi, üyelerin "biat" etmesi, "usre" denilen haftalık eğitim halkaları ve "ketibe" adı verilen gece kampları gibi uygulamalar, aslında tasavvuftaki terbiye metotlarının modern bir eylem hareketine uyarlanmış halidir. Onun için zikir, cihad için bir enerji kaynağı; kardeşlik (uhuvvet) ise, bu yoldaki en büyük dayanıktı. Siyaseti asla maneviyattan koparmadı.
"Öfkenin ve Adaletin Sesi"nde ise Malcolm X'in Hac yolculuğunun bir kırılma noktası olduğunu vurguluyorsunuz. Mekke'de yaşadıkları, onun dünya görüşünü ve mücadelesini nasıl dönüştürdü?
Hac, Malcolm için tam anlamıyla bir ruhani devrimdi. Amerika'da savunduğu ve inandığı "beyaz adam şeytandır" öğretisi, Mekke'de temelinden sarsıldı. Orada, mavi gözlü sarışınlardan siyah tenli Afrikalılara kadar her ırktan insanın, ihram denilen basit beyaz bezler içinde tam bir eşitlik ve kardeşlik ruhuyla hareket ettiğini gördü.
Onlarla aynı tabaktan yemek yedi, aynı bardaktan su içti. Bu deneyim, sorunun "beyaz adamın" biyolojisinde değil, Amerika'nın insanları ten renklerine göre ayıran "hasta zihniyetinde" olduğunu anlamasını sağladı. Ünlü "Mekke'den Mektup"unda da belirttiği gibi, İslam'ın toplumundan ırk sorununu silip attığını gördü ve eski düşünce kalıplarını yeniden düzenlemek zorunda kaldığını itiraf etti. Bu dönüşüm, mücadelesini "sivil haklar" gibi Amerika'nın bir iç meselesi olmaktan çıkarıp, tüm dünyayı ilgilendiren evrensel bir "insan hakları" mücadelesi olarak yeniden tanımlamasına yol açtı.
Her iki lider de radikal bir değişim arzuluyordu. Hasan el-Benna'nın "tedricî" (aşamalı) metodunu, Malcolm X'in "gerekli olan her yola başvurarak" (by any means necessary) felsefesiyle nasıl karşılaştırırsınız?
Hasan el-Benna, kalıcı bir değişimin ancak sabırla inşa edileceğine inanıyordu. Bu yüzden mücadelesini üç aşamaya ayırmıştı: Birincisi "tanıtma" (ta'rif) yani fikri yayma; ikincisi "oluşum" (tekvin) yani davayı omuzlayacak kadroları eğitme; sonuncusu ise "uygulama" (tenfiz) yani hedefleri hayata geçirme. Onun için devrimlerden önce, o devrimi yaşatacak "Rabbani fertleri" yetiştirmek geliyordu. Malcolm X'in "gerekli olan her yola başvurarak" felsefesi ise genellikle yanlış anlaşıldığı gibi kör bir şiddet çağrısı değildi. Bu, özellikle devletin sizi korumadığı bir ortamda, kendinizi, ailenizi ve toplumunuzu savunmanın meşru bir hak olduğu ilkesiydi.
Aslında hayatının son yılında kurduğu "Müslüman Mescidi" (MMI) ve "Afro-Amerikan Birliği Örgütü" (OAAU) ile o da daha programlı bir yola girmişti. MMI manevi temeli sağlarken, OAAU siyasi eylemi yürütecekti. Dolayısıyla, farklı üsluplara sahip olsalar da her iki lider de organize, disiplinli ve bilinçli bir kitle olmadan gerçek bir değişimin mümkün olmayacağını biliyordu.
Son olarak, bu iki liderin günümüz dünyası için en temel mesajı nedir? Onların mirası neden hâlâ bu kadar canlı?
Hasan el-Benna'nın mirası, İslam dünyasında siyasetten sosyal hayata kadar birçok alanda etkisini sürdüren hareketler ve fikirler üzerinden yaşamaya devam ediyor. Onun sosyal hizmet, eğitim ve siyasi aktivizmi birleştiren modeli, günümüzde de birçok yapıya ilham kaynağı olmaktadır. Malcolm X'in mirası ise özellikle sistemik ırkçılık, polis şiddeti ve kimlik siyaseti gibi konularda güncelliğini koruyor. "Black Lives Matter" gibi modern hareketlerin söylemlerinde, Malcolm'un sistem eleştirisinin ve haklı öfkesinin yankılarını duymak mümkündür.
Her ikisinin de hayatı, en önemlisi, sarsılmaz bir inanca ve adanmışlığa sahip tek bir insanın bile tarihin akışını değiştirebileceğini gösteren evrensel bir ders niteliğindedir. Onların hikayesi, adaletsizlik var oldukça eskimeyecek bir direniş ve umut manifestosudur.
Evet, bu harika sohbetin sonuna geldik, bu değerli paylaşımlarınız için çok teşekkür ederiz.
Bu fırsatı bana sunduğunuz için asıl ben teşekkür ederim, çok keyifliydi. Destekleriniz ve ilginiz benim için çok değerli. Herkese teşekkürler.