İslam Edebiyatı’nda mesela Mesnevi geleneğinde anlatıcının rolünün önemli olduğunun altını çizen yönetmen Nazif Tunç, yeni filmi Altın Buzağı ile ilgili merak edilenleri YeniBirlik okurları için anlattı. Film setinde ziyaret ettiğim 30 yılı aşkın deneyime sahip yönetmen Nazif Tunç’un filmografisinde yer alan birçok film gibi yeni filminin de İslam Edebiyatı’ndan bir tema içerdiğini öğrendim.
Uzun yıllardır gönül ve emek verdiğiniz sinema sektöründe çektiğiniz filmlerde genelde İslam Edebiyatı’nı ve manevi temaları ön planda tuttuğunuzu görüyoruz filmografinize baktığımızda. Bu temaları sinemaya aktarırken dikkat ettiğiniz unsurlar neler oluyor?
İnsanlara bir zararımız dokunmasın; iyiliği bulmaları ve kötülükten, haramdan sakınılmaları ile ilgili bir bakış açım var, ilk düşüncem bu. İnsanları iyiliğe, güzele ve sevgiye yöneltmektir. Bunu gerçekleştirmenin ancak ve ancak bazı dini kaynaklardan, manevi kaynaklardan birtakım konuların perdeye aktarılmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum, o kaynaklardan ilham alıyorum. İlk bakışım ve düşüncem buydu. 30 yıldan bu yana yaptığımız filmlerin birçoğu Kur’an’dan, hadislerden, menkıbelerden hatta Anadolu’daki söylencelerden yararlanarak yaptığım filmler oldu. Ve insanın kendini aramasını ve kendini bulmasını Rabbini bulmasını düşünen bir yolculuğum oldu. Filmlerimin hepsi mutlu bir sonla, güzel bir hüsn-i hatimeyle biter. ‘Bu dünyadaki hayatımız çalkantılı ya da bulanık, sıkıntılı geçmesine rağmen mutlaka ahiretimizin güzel olmasına yarayacak birtakım sınamaları işaret eder. Bu dünyadan ayrılışımız ve ahiretimiz güzel olsun, asıl dünyaya hazırlık olsun bu yaşantımız.’ düşüncesindeyim.
İnanç temelli manevi hikayeleri anlatırken dramatik kurguyu nasıl dengeliyorsunuz senaryoda?
İşin aslı güzel bir hikaye anlatmaktır. Nasıl anlatırsanız anlatın insanların seyredecekleri güzel bir hikaye anlatmaktır mesele. Müslüman Edebiyatı’nda başarılmış olan; mesela Mesnevi, Binbir Gece Masalları gibi örnekler bunu soluksuz biçimde koymuştur ortaya. Biz buradan yararlandığımız için; bir okun, bir namlunun avını takip ederken, ona yönelmişken nasıl soluk almıyor, sapmıyorsa; biz de bu hikayeleri kendi filmlerimizi ortaya koyarken takip ediyoruz. Öyle bir hikaye ve film, sahne akışı var ki o avcının gözünü avından ayırmadığı gibi seyircinin de gözünü ekrandan perdeden ayırmamasını sağlar. Trajik değil bizim hikaye anlatmamız, dağınık değil, kanlı değil. Daha insancıl, insanın ruhuna, insanın manevi yönüne yönelen hikayeler... Sabah seher yelinin geceden kokuları ve pislikleri temizlediği gibi bizim hikayelerimiz de insanların hikayelerin gönüllerini temizlesin istiyoruz.

Bu filmde size Ali Nuri Türkoğlu ve Mürşit Ağa Bağ ve Dursun Ali Erzincanlı eşlik ediyor. Oyuncu seçimlerinde hangi kriterleri ön planda tutuyorsunuz?
Oyuncularımın hikayeme inanmalarını isterim. Hikayemdeki temsiller dini temsiller. Hikayemdeki karakterler neredeyse binlerce yıldan bu yana bütün semavi kaynaklarda var olan karakterler. Bu temsillere inanan, bu temsilleri benimseyen karakterler olsun istedim ve uzaklarda aramadım. Çok şükür etrafımızda şu anda bir güçlü oyuncu kalabalığımız var. Bu oyuncular eskiden yoktu, biz muhtaçtık başka çevrelerin oyuncularına. Ve meramımızı anlatmıyorduk, kınanıyorduk. Çekmek ve bu hikayeleri anlatmak istediğimiz için kınıyorlardı. Onun için oynadıkları rollere inanmıyorlardı. Bugün oynadıkları karakterlere ve temsillere inanan, diyalogları hiç yutkunmadan söyleyen oyuncu kalabalığımız var. Ben bu oyuncularımın gelecekte çok daha parlak işler yapacağına da inanıyorum. Şimdi şöyle durumlar oldu eskiden sinemada, başrol oyuncularımıza şöyle diyaloglar verirdik; ‘La ilahe illallah’ diyeceksin. O ‘Leyla Leyla’ derdi. Sinemanın Leyla Leyla halinden La ilahe illallah haline dönüştüğüne de şahit olduk.
Şu anda röportajımızı filmin setinde; Bahariye Mevlevihanesi’nin içinde yapıyoruz, genel olarak çekimlerde gerçek mekânları tercih eden bir yönetmensiniz. Mekan tercihlerinizde nelere dikkat ediyorsunuz?
Bu bir kent filmi, bütünüyle İstanbul’da başlayıp biten bir film. Film çekmenin çok zor olduğu bir zamanda film çekiyoruz. Sinema neredeyse hasta yatağında. 1990’lı yıllarda yaşanılan bir kriz tekrar sinemamıza sirayet etmiş durumda. O yüzden hem bütçe anlamında hem çevre anlamında birtakım güçlükler yaşıyoruz. Ve mekanlarımızı seçerken hem senaryodaki temsillere, mizansenlere ve karakterlere ve ruha uygun olması arzusundayız. Hem de biraz rahat çekim yapmayı kolaylaştıran, sıkıntısızlığı da arzu ediyoruz.
Altın Buzağı filmini bekleyen sinemaseverlere birkaç cümleyle filmi anlatmanızı rica etsem... Neler bekliyor bu filmde sinemaseverleri?
Bu filmde içimizdeki putları kırın diyoruz. Bu putlardan kurtulun ve arının. İster peygamber olsun ister veli olsun ister aciz bir kul olsun; herkes nefsiyle mücadele ediyor. Nefsin yarattığı birtakım putlarla uğraşıyor. Ya bunlara yeniliyor, Allah’a inanıyor ya da kendi putuna inanıyor. Temel mesaj, bir önerme olursa; içinizdeki putu kırın ve kendinizi bulun, insanı bulun!
Altın Buzağı aslında Eski Ahit’e göre incelendiğinde bir put, bir imge olarak karşımıza çıkıyor. Filmde de bir imgeyi, içimizdeki şeytanı; nefsi tasvir ettiğini görüyoruz. Bu bağlamda da filmi biraz yorumlamanızı rica edebilir miyim?
Evet, biz tabi Kur’an’ın bu kıssasını bir ilhamla yorumladık. Elbette bir şiir yazar gibi, Yusuf kıssasını şiir olarak, mesnevi olarak yazan büyük şairlerimiz var. Onların da edebiyatımızda verdiği eserlerden cesaretle biz de perdeye aktarıyoruz. Ve cesaretimiz biraz buradan, biraz inancımızdan imanımızdan geliyor. Bizden önce bu tür kaynakları edebiyata uyarlamış olan kalem erbabından geliyor. Sanatın kudreti mecazdan gelir. Mecazın gerçeğe ulaşmasından gelir. Sembolle, dolaylı anlatımla hakikati bulmasından gelir. Biraz Altın Buzağı’nın da böyle bir tarafı var. Evet, Altın Buzağı sanat eseri gibi görünen bir put aslında ve o heykelin her çağda değiştiğini görüyoruz. Bir zaman geçmiş şiir olmuş, bir zaman Kabe duvarına asılan şiirler olmuş, bir zaman gelmiş kiliselerin tavanlarını süsleyen ikonlar olmuş, bir zaman gelmiş müzik olmuş, bir zaman gelmiş arabesk olmuş ve bir zaman gelmiş araba olmuş at olmuş, bir zaman gelmiş makam olmuş... Altın Buzağı insanın nefsiyle canavarlaştırdığı bir put. Bu mecaz var... Yani zamanımızda da medya ve sinemanın hem sanat çevresinde putlaştırılmasını hem de sistem tarafından parlaklığıyla, sesiyle, rengiyle, cazibesiyle insanları kendi fıtratlarından kendi gerçeklerinden uzaklaştırma büyüsüyle sinema ve medya Altın Buzağı’na yakışıyor.