İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Yeni Birlik Gazetesi Röportaj Sudan’daki iç savaşın derinleşen krizi

Sudan’daki iç savaşın derinleşen krizi

Sudan’daki iç savaşın nedenlerini, bölgesel etkilerini ve geleceğe dair olasılıkları tüm yönleriye, Kuzey ve Doğu Afrika Çalışmaları Araştırmacısı Dr. Kaan Devecioğlu YeniBirlik okurları için anlattı.

RÖPORTAJ: Ümmügülsüm Yiğit

Sudan’da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki iç savaş, başta Hartum ve Darfur olmak üzere birçok bölgede çatışmaları tırmandırırken; artan sivil can kayıpları, derinleşen insani kriz ve kitlesel yerinden edilmeler uluslararası toplumun ateşkes çağrılarına rağmen ülkeyi yeni bir bölünme riskine sürüklüyor.

Öte yandan, HDK’nın ülkenin altın rezervlerinin büyük bölümünü elinde bulundurması, savaşın ekonomik boyutunu daha da derinleştiriyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin HDK’ya verdiği destek ve uluslararası güçlerin sessizliği, Sudan’ı yeni bir bölünme ihtimaliyle karşı karşıya bırakıyor.

Sudan’daki iç savaşın nedenlerini, bölgesel etkilerini ve geleceğe dair olasılıkları tüm yönleriye, Kuzey ve Doğu Afrika Çalışmaları Araştırmacısı Dr. Kaan Devecioğlu YeniBirlik okurları için anlattı.

- Sudandaki savaşın asıl sebebi nedir? Bu savaş yalnızca güç mücadelesi olarak mı, yoksa tarihsel ve sosyoekonomik kökleri olan bir süreç olarak mı görmek gerekir?

İkisi de. 15 Nisan 2023’te ortaya çıkan savaş, yüzeyde Ordu (SAF) ile HDK/RSF arasında bir iktidar ve komuta zinciri kavgası gibi görünse de, arkasında en az dört katman var:

Merkez–çevre çatışması ve tarihsel dışlanma: Bağımsızlıktan itibaren Hartum merkezli Arap-İslamcı elit, Darfur, Güney Kordofan, Mavi Nil ve Doğu Sudan gibi çevre bölgeleri hem siyasal hem ekonomik olarak sürekli marjinalize etti. Bu, Darfur savaşı, iki Sudan iç savaşı, Güney Sudan’ın ayrılması gibi uzun bir çatışma mirası üretti.

Otoriter devletin parçalanma süreci: Beşir döneminde ordu, istihbarat, kabile milisleri ve HDK gibi paramiliter yapılar üzerinden kurulan patronaj sistemi, Nisan 2019’daki askeri müdahaleden sonra da tasfiye edilemedi. Geçiş sürecinde ordu ve HDK, sivil süreci rehin alan iki “derin devlet” aktörü haline geldi.

Ekonomik çöküş ve rant paylaşımı: Güney Sudan’ın ayrılmasıyla petrol gelirleri gidince altın, döviz ve silah finansmanı için kilit kaynak haline geldi; ordu şirketler ve limanlar üzerinden, HDK ise altın, sınır ticareti ve paralı askerlik üzerinden ekonomik imparatorluklar kurdu.

2019 sonrası geçiş sürecinin yönetilememesi: HDK’nın orduya entegrasyonu, sivil yönetime geçiş takvimi ve güvenlik sektörünün reformu konusunda çekişme, Nisan 2023’te açık savaşa dönüştü.

Dolayısıyla bu savaşı sadece “Burhan–Hemedti güç kavgası”na indirgemek, merkez–çevre, etnisite, sınıf, rant ekonomisi ve otoriter devlet krizini görünmez kıldığı kanaatindeyim.

GÜVENSİZLİK MİRASI

- Sudan’daki trajedi, yalnızca bugünün silahlarının değil, dünkü kararların gölgesinde de şekillendi. 1998’de El-Şifa ilaç fabrikasının vurulması üzerine yürüyen tartışmalar, bugün Sudan’daki iç savaşın yıktığı sağlık ve ekonomi altyapısını yeniden düşünmemizi gerektiriyor mu? Bu konuda ne söylersiniz?

1998’de ABD’nin Hartum’daki El-Şifa ilaç fabrikasını Tomahawk füzeleriyle vurması, resmî olarak El Kaide ve kimyasal silah şüphesiyle gerekçelendirildi; fakat daha sonra bu gerekçelerin zayıf, hatta hatalı olduğu kabul edildi.

Sonradan ortaya çıkan analizler, El-Şifa’nın; Sudan’ın insan ve veteriner ilaçlarının yaklaşık yarısını, özellikle antibiyotik, anti-malyaryal ve ishal ilaçlarını ürettiğini, Bombalamanın ardından on binlerce kişinin ilaç yokluğu nedeniyle dolaylı biçimde hayatını kaybetmiş olabileceğini gösteriyor.

Bugünle bağlantı kurarken bence üç nokta öne çıkar:

Yapısal kırılganlığın derinleşmesi: Zaten kırılgan olan bir sağlık sistemi, 1990’lardan itibaren yaptırımlar, yatırım eksikliği ve El-Şifa gibi darbelerle iyice aşındı. 2023 sonrası savaşta, çatışma bölgelerindeki sağlık tesislerinin yüzde 70–80’inin devre dışı kalması, “zayıf bir geçmişin üzerine çöken yeni bir felaket” etkisi ortaya çıkarmakta.

Devlete ve Batı’ya güvensizlik mirası: El-Şifa saldırısı, Sudan toplumunda ve sivil kesimlerde “Sudan’ın can damarına kasıtlı saldırı” algısını kalıcılaştırdı. Bu hafıza, bugün BM/ABD/AB gibi aktörlerin müdahale çağrılarına duyulan şüpheyi besliyor.

İnsani mimarinin zayıf kalması: 1998 sonrası yardım kuruluşlarının bir kısmı güvenlik gerekçesiyle Sudan’dan çekilmişti; şimdi de benzer bir güvenlik ve erişim krizi yaşanıyor. El-Şifa örneği, “tek bir yanlış kararın” bir ülkenin sağlık altyapısını on yıllar boyunca kırılganlaştırabileceğini gösteren sembolik bir olay hâline gelmiş durumda.

Dolayısıyla evet, 1998’deki kararlar, bugün Sudan’ın savaş şartlarında sağlık ve ekonomi altyapısının bu kadar çabuk çökmesinde önemli bir “arka plan zayıflığı” ortaya çıkarmış durumda.

TABLO KARANLIK

- HDK’nın gerçekleştirdiği toplu katliam iddiaları uluslararası kamuoyunda yankı buldu. Sizce bu olaylar, savaşın seyrini veya uluslararası aktörlerin tutumunu değiştirebilir mi?

Son bir yılda özellikle Darfur ve El-Faşir ekseninde HDK ve müttefik milislerin; mülteci ve yerinden edilmişlerin kaldığı kamplara saldırıları, belirli etnik gruplara yönelik katliam iddiaları, camiler, pazarlar ve sağlık tesislerine yönelik bombardımanları yoğun şekilde belgelenmiş durumda.

Bu saldırılar; BM İnsan Hakları mekanizmalarında savaş suçları ve olası soykırım suçlarına dair dili sertleştiriyor, UAD ve UCM düzeyinde soruşturma baskısını artırıyor. Özellikle HDK’yla ilişkili bölgesel aktörler (BAE başta olmak üzere) üzerinde ciddi itibar ve yaptırım baskısı ortaya çıkarmakta.

Ama “savaşın seyrini değiştiriyor mu?” sorusunda maalesef tablo karanlık.

Askerî düzeyde, HDK El-Faşir’in düşmesi gibi hamlelerle Darfur’da hâlâ inisiyatifi elinde tutabildiğini gösterdiği kanaatindeyim.

Diplomatik düzeyde ise bu katliamlar henüz büyük bir kolektif askerî müdahale veya çatışmayı durduracak sert yaptırım paketi üretmedi; daha çok deklarasyonlar, konferanslar ve kısıtlı hedefli yaptırımlarla sınırlı kaldı.

Yani katliamlar normatif ve hukuki söylemi sertleştiriyor, HDK ve destekçilerini uluslararası alanda daha izole hale getiriyor; ama şu ana kadar sahadaki güç dengesini kökten değiştirecek bir dış baskı üretmiş değil.

- Petrol, uranyum ve yeraltı suyu var ama bu çatışmanın asıl itici gücü altın. BM uzmanları, Sudan'la ilgili raporlarında altın madenciliğinin çatışmanın "birincil finansman kaynağı" olduğunu belirtti. HDK’nın elindeki altın rezervleri ve BAE’nin bu gruba verdiği destek, çatışmayı nasıl şekillendiriyor? Sudan’daki savaşın arkasında ekonomik çıkarlar mı var?

Kısaca; evet, altın savaşın yakıtı.

Güney Sudan’ın ayrılması (2011) sonrası petrol gelirlerinin yaklaşık yüzde 75’ini kaybedince altın, Sudan için birincil döviz kaynağı haline geldi. Jebel Amer ve Darfur’daki yataklar, devlet ve milisler için stratejik alanlar oldu.

Dolayısıyla çatışmanın “itici gücü” sadece ideoloji ya da iktidar değil; altın madenlerinin, ihracat kanallarının, sınır ticaretinin ve kaçakçılık rotalarının kontrolü. HDK için altın, savaş makinesinin hem yakıtı hem de sahadaki milisleri besleyen patronaj ağlarının can damarı. Ordu tarafında da limanlar, devlet şirketleri, tarım arazileri ve diğer rant alanları benzer bir patronaj ekonomisi yaratıyor; bu yüzden tarafların barışa yanaşması, sadece siyasi değil ekonomik imparatorluklarından vazgeçmeleri anlamına geliyor.

OLASI SENARYOLAR

- Sudan ile Güney Sudan’ın geçmişte yaşadığı ayrılık süreci düşünüldüğünde, ülkenin yeniden bölünmesi veya parçalanması mümkün mü? İsrail-Filistin örneğine benzer bir bölgesel gerilim mi oluşuyor?

Sudan, fiilen zaten çok katmanlı bölünme süreçleri yaşıyor:

Darfur’da HDK hâkimiyeti, Hartum ve çevresinde değişken cepheler, Doğu ve Kuzey’de nispeten ordu kontrolü, Güney Kordofan ve Mavi Nil’de SPLM-N (el-Hilu) varlığı ve Güneyde Güney Sudan ile hâlen çözülemeyen sınır ve petrol sorunları.

Olası senaryolar:

De facto bölünme de jure bölünmeden önce gelir:

Darfur’un HDK kontrolünde uzun süre kalması, orduya bağlı bölgeler ve SPLM-N kontrolündeki alanlarla birleştiğinde, ülke fiilen birkaç farklı siyasi-askerî bölgeye ayrılmış durumda. Bu, resmi ilan olmasa da Suriye-benzeri “bölünmüş egemenlik” tablosu.

Yeni bir devletleşme/donmuş çatışma ihtimali:

Güney Sudan örneğinde olduğu gibi, belli bir bölgenin (özellikle Darfur) uzun süreli ayrı yönetim altında kalması, ileride bağımsızlık veya konfederasyon tartışmalarını tetikleyebilir. Ancak şu an hiçbir büyük güç açıkça böyle bir senaryo savunmuyor.

İsrail–Filistin analojisi

Benzerlik:

Etnik/kimlik temelli şiddet,

Kitlesel yerinden edilme,

Sınır aşan mülteci krizleri,

Bölgesel güçlerin vekâlet savaşı niteliği.

Fark:

Sudan’da hâlen tanınmış iki ayrı devlet yok; tek devlet içinde çoklu silahlı aktörler var.

Bölge dışı güçlerin angajmanı daha dolaylı ve parçalı.

Dini ayrım yok.

Özetle, resmî bir bölünmeden çok, uzun süreli “fiili parçalanma” ve donmuş çatışma riski daha yüksek görünüyor.

SESSİZLİĞİN NEDENLERİ

- Savaşın yarattığı insani kriz hangi boyutlarda? Uluslararası toplumun sessizliği sizce neden bu kadar derin?

Rakamlar çarpıcı:

12,5 milyondan fazla insan zorla yerinden edildi (IDP + mülteci), bu da Sudan’ı dünyanın en büyük yerinden edilme krizine dönüştürüyor.

50.000+ ölüm resmi tahmin, bazı akademik çalışmalar gerçek sayının 100–150 bin civarında olabileceğini söylüyor.

Yaklaşık 30 milyon kişi insani yardıma muhtaç; açlık ve salgın riskleri kritik düzeyde.

Çatışma bölgelerindeki sağlık tesislerinin %70–80’i çalışmıyor; nüfusun büyük kısmı fiilen sağlık hizmeti olmadan yaşıyor.

Sessizliğin nedenleri:

Medya ilgisi ve “rekabet eden krizler”

Gazze, Ukrayna gibi yüksek profilli krizler, medya gündemini işgal ettiği için Sudan, “unutulmuş savaş” olarak tanımlanıyor.

Erişim zorluğu ve bilgi karartması

İletişim kesintileri, sahadaki gazeteci ve STK sayısının çok az olması, bilgi akışını kısıtlıyor; bu da kamuoyu baskısını azaltıyor.

Büyük güçlerin önceliklendirmemesi

ABD, AB ve bölgesel güçler, Sudan krizini şu an daha çok ikincil bir dosya olarak görüyor; enerji, göç ve güvenlik açısından çok daha kritik gördükleri başka alanlar var.

Parçalı bölgesel pozisyonlar

Mısır–Suudi–Türkiye gibi aktörler orduya daha yakın dururken; BAE’nin HDK ile ilişkilendirilmesi, bölgesel bir “ortak çizgi” oluşmasını engelliyor.

- Ordu ve HDK arasında kalıcı çözüm, diplomatik uzlaşı mümkün mü?

Teorik olarak evet; pratikte şu an çok zor: Her iki taraf da karşı tarafı “meşru bir pazarlık ortağı” değil, yok edilmesi gereken varoluşsal tehdit olarak görüyor.

Ordu, HDK’nın tamamen tasfiyesi veya en azından “periferik ve silahsızlandırılmış” bir güvenlik gücüne indirgenmesini istiyor.

HDK ise, mevcut sahadaki kazanımlarını (özellikle Darfur ve altın sahaları) koruyacak, komuta zincirinde güçlü konumunu sürdürecek bir anlaşma talep ediyor.

Arabuluculuk girişimleri:

Cidde süreci (ABD–Suudi),

IGAD ve Afrika Birliği girişimleri,

Mısır, BAE, Türkiye, Rusya gibi aktörlerin dolaylı önerileri şu ana kadar ateşkesin ihlali ve düşük güven nedeniyle kalıcı çerçeve üretemedi.

Gerçekçi olan, kısa vadede:

Yerel/tematik ateşkesler (ör. El-Faşir çevresinde insani koridor, gıda tahliye anlaşmaları),

Sivil aktörlerin (direniş komiteleri, sendikalar, diaspora) süreçte daha görünür olduğu çok taraflı bir müzakere zemini.

Ama bugünkü güç dengesinde “ordu–HDK büyük koalisyonu” veya ikisinin birlikte demokratik bir geçişi yönetmesi senaryosu oldukça düşük ihtimal.

SAHADAKİ DİNAMİKLER

- Sizce Sudan’ın geleceğinde umut var mı, yoksa ülke kalıcı bir bölünmeye mi sürükleniyor?

Ben tabloyu üç katmanda görmek gerektiğini düşünüyorum:

Kısa vadede (önümüzdeki 1–3 yıl):

Savaşın yoğunluğu dalgalansa da, büyük çaplı çatışmaların devam ettiği, ülkenin fiilen birkaç güç bölgesine ayrıldığı ve insani krizin derinleştiği bir dönem.

Orta vadede (3–7 yıl):

Öne çıkabilecek senaryolar, Suriye benzeri uzun süreli parçalanma ve donmuş çatışma, bir tarafın askerî üstünlük sağlayarak otoriter bir “galip rejim” kurması ve uzun yıpranma sonrası, savaş yorgunluğunun ve ekonomik çöküşün tarafları bir tür zoraki siyasi anlaşmaya zorlaması.

Toplum ve sivil alan açısından umut:

2018–2019 süreci gösterdi ki, Sudan’da güçlü bir sivil protesto ve dayanışma kültürü var.

Şu anda da diaspora, direniş komiteleri, kadın örgütleri ve gençlik hareketleri, savaş sonrası için adalet ve yeniden inşa gündemini diri tutmaya çalışıyor.

Dolayısıyla “umut var mı?” sorusuna cevabım:

Devlet yapısı açısından: Kalıcı bölünme veya uzun süreli fiili parçalanma ciddi bir risk.

Toplum ve siyasal kültür açısından: Nisan 2019’un mirası, Sudan’ın tamamen karanlığa gömülmemesi için hâlâ bir umut penceresi sunuyor.

Bugün için asıl mesele, uluslararası toplumun bu savaşı sadece “bir başka iç savaş dosyası” olarak değil, bölgesel güvenlik, göç, terör, açlık ve altın/enerji jeopolitiğiyle doğrudan bağlantılı bir kriz olarak görmeye başlaması. O noktaya gelinmediği sürece, sahadaki dinamikler tek başına olumlu bir senaryo üretmekte zorlanacak.