31 Yıl Bekledi, Bir Günlük Bebek Olarak Doğdu
ABD’nin Ohio eyaletinde Temmuz ayı sonunda dünyaya gelen Thaddeus Daniel Pierce, insan üreme tarihine sıra dışı bir not düştü. Bebek, 1994 yılında dondurulmuş bir embriyodan doğdu.
Bu olağanüstü doğum, yalnızca tıbbi değil, etik ve toplumsal açıdan da birçok soruyu gündeme getiriyor. Zamanı fiziksel bir sınır olmaktan çıkaran bu doğumda başrolde, Lindsey (35) ve Tim Pierce (34) çifti yer alıyor. Yedi yıl boyunca çocuk sahibi olamayan çift, son çare olarak embriyo evlat edinme programına katıldı.
Transfer Kasım 2024’te yapıldı, Thaddeus 26 Temmuz’da doğdu. Onu özel kılan şey, taşıdığı genetik geçmişten çok, 31 yıl boyunca laboratuvar koşullarında bekletilmiş olması.
Dondurulmuş Bir Geçmişin Canlı Tanığı
Embriyo, 1990’ların başında bebek sahibi olmak isteyen Linda Archerd ve dönemin eşinin tüp bebek tedavisi sürecinde oluşturduğu dört embriyodan biriydi. Çiftin bir kız çocukları olmuş, kalan üç embriyo ise kullanılmadan saklanmıştı.
Bugün 62 yaşında olan Linda Archerd, yıllar sonra bu embriyoları evlatlık verilmek üzere bağışladı. Kız kardeşi artık 30 yaşında olan Thaddeus, doğduğu anda biyolojik ailesinin üç nesillik hikâyesine dâhil oldu.
Bilimsel Başarı mı, Varoluşsal Soru mu?
Uzmanlar, bu doğumu sadece bir tıbbi gelişme olarak görmüyor. Dondurulmuş embriyoların geleceği, etik sınırlar, genetik aidiyet gibi konular yeniden tartışmaya açıldı.
Thaddeus’un embriyosu, “zor yerleştirilen” kategorisinde sayılıyordu. Ancak bu sınıflandırma, bebek sahibi olmak için geleneksel yolların dışında kalan çiftler için umut olmayı sürdürüyor.
“Bir film sahnesi gibi”
Lindsey Pierce, doğum sonrası yaptığı açıklamada süreci şöyle tanımladı: “Sanki bir bilim kurgu filminden çıkmış gibiyiz. Rekor kırmak gibi bir niyetimiz yoktu. Sadece bir aile olmak istedik.”
Bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca embriyo depolarda bekliyor. Thaddeus’un doğumu, bu embriyoların potansiyelini ve taşıdığı insani boyutu daha görünür hale getiriyor.
Zaman durmaz ama bazen bekleyebilir.
Bu hikâye, teknolojinin yalnızca yaşamı uzatmakla kalmayıp, geçmişle geleceği aynı bedende buluşturabileceğini gösteriyor.