Amerikan F-35 uçaklarına görünmezlik sağlayan kaplama teknolojisinin arkasındaki isim Türk mühendis ve iş insanı Ergün Kırlıkovalı.
Polimer kimyası alanında öncü bir bilim insanı ve vizyoner bir girişimci olan Kırlıkovalı, yalnızca havacılık ve uzay teknolojilerinde çığır açan buluşlara imza atmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye’nin sesini küresel düzeyde cesurca duyuran bir kanaat önderi oldu.
Gençlere sık sık verdiği mesaj net: “Size zor projeler verebilirler ama azimle çalışır, öğrenirseniz, o konuda en iyisi olursunuz.”
Refahın anahtarı ise ona göre açıktır: “Katma değer olmadan refah olmaz; katma değer yaratıcılıkla, yaratıcılık da girişimcilikle başlar.”
Kırlıkovalı, üretim zincirinin temelini şöyle özetliyor: “Önce yaratacaksınız, ardından bunu Ar-Ge ile destekleyip test edeceksiniz, sonra seri üretime geçip pazarlayacaksınız. Ancak herkesin yaptığını yaparsanız, bu süreçte katma değer yaratamazsınız.”
Ergün Kırlıkovalı, sorularımızı yanıtladı.
- Maceranız nasıl başladı?
Boğaziçi Üniversitesi’nde Kimya lisansı ve ardından Manchester Üniversitesi’nde Polimer Bilimi yüksek lisansı yaptıktan sonra askere gittim ve Deniz Kuvvetlerinde vatani görevimi tamamlayıp İstanbul’da işe başladım.
Üç iş değiştirdim; maaşlar artsa da ev kiralamak imkânsızdı. 1970’lerde terör, kutuplaşma ağırdı. Üstüne üstlük yokluklar, kuyruklar çok ciddi seviyelere ulaşmıştı. Kahve, şeker, benzin, ampul ve daha birçok şey için uzun kuyruklar vardı.
Çok iyi İngilizce-Almanca ve Avrupa'da yapmış olduğum stajlarıma rağmen mesleki tatmin yoktu. Sonunda daraldım. Kafamı iki elimin arasına koyup düşündüm. Türkiye mi, Amerika mı? Amerika’ya göç etmeye karar verdim.
Halbuki Türkiye’ye çok büyük hayallerle dönmüştüm. Olmadı, oldurulmadı. Hemen işimden çıkıp, arabamı satıp, ilk patronumla Amerika’ya geleceğimden dolayı bana da verilen vize ile Amerika’ya geldim.
- ABD’yi neden seçtiniz?
Bilim ve teknolojinin zirvesinde olduğu için. Almanya, İngiltere, Kanada, Avustralya da belki olabilirdi ama ben birçok ikinciyi değil, tek birinciyi istiyordum. Madem ki göç edecektim, o halde zirvenin en tepesine tırmanmalıydım. Hayallerim çok büyüktü. Amerika’dan aşağısı beni kesmezdi. Amerika’nın içinde de en zengin ve büyük eyalet olan Kaliforniya’dan aşağısı beni tatmin etmezdi. Olacaksa birincinin de birincisi olmalıydı. O kadar hırslı ve iddialıydım yani.
- Şu an ABD’de deniz ve hava kuvvetlerinin polimer kaplama konusunda tek tedarikçisisiniz.. Bugüne nasıl geldiniz?
Amerika’da önce San Fransisko’da çokuluslu bir şirkette ürün geliştirme kimyageri olarak işe başladım. Depreme dayanıklı yapı malzemeleri üretiyorduk. Bunlar arasında esnek yapıştırıcılar, çatlak betonu tamir malzemeleri, su altı tutkalları ve polimer betonlar vardı.
Sonra daha iyi bir maaşla Los Angeles’e transfer oldum. Büyük bir havacılık ve uzay firmasında, uçakların yapımında metal yerine kullanılan polimer bazlı kompozit malzemeler geliştirmek üzere laboratuvarlarda Ar-Ge çalışmaları yürüttüm.
Ardından daha da yüksek maaşla New York’a transfer oldum. Çokuluslu bir İngiliz firmasında, korozyona, darbelere, aşınmaya dayanıklı makina, boru, pompa, depo kaplama polimerleri geliştirmek üzere laboratuvarlarda Ar-Ge çalışmaları yaptım.
1985’e gelindiğinde, artık hem inşaat sektörü hem hava ve uzay ve hem de makina sanayilerinde çok değerli tecrübelere sahip bir polimer bilimcisiydim.
İçimdeki kendi işini başlatma isteği, adeta bir orman yangınına dönüşmüştü. Son firmamda hem üretim ve hem de pazarlama yönetimi toplantılarına girdiğim için bana çift maaş veriliyordu. Böylesine rahat hayatı tepip, istifa ettim ve bilinmeyen sulara yelken açmış oldum. Kendi işimi ya şimdi kuracaktım ya da hiçbir zaman.
Uçağa atladığım gibi Kaliforniya’ya geri döndüm. Santa Ana kentinde 48 saat içinde firmamı kurdum ve devreye soktum. eşim Juliana New York’taki evimizi satıp bir-iki ay sonra yanıma geldi. Kafamda olan ama eski firmalarımda bulunmayan yepyeni formüller ürettim. İçinde uçucu madde (solvent) olmayan özel formülleri ilk defa piyasaya sürdüm. Önce korozyon alanında ABD Deniz Kuvvetleri için özel bakım-tutum-onarım malzemeleri geliştirdim. Bunlardan bir tanesi, tüm şartnamelere “tek tedarikçi” olarak girdiği için, sadece bizden satın alınabilir.
Adımız duyuldu, ünümüz yavaş yavaş yayıldı. Bir baktık ki, ABD Hava Kuvvetleri de bizi ihaleye davet edilecekler listesine eklemiş.
- Artık F-35'ler gibi savunma havacılık teknolojisinde büyük başarılar elde etmiş, polimer kimyasında tanınmış, çığır açan bir mucitsiniz. Nasıl oldu?
1988'de, havacılık devi Northrop Grumman tarafından Palmdale, Kaliforniya'da düzenlenen bir ihaleye Shell ve DuPont gibi firmalarla birlikte davet edildik. B-2 Stealth Bombardıman Uçakları için "çelik kadar sert, ama aynı zamanda esnek" özel bir malzeme istiyorlardı. Orada bulunan mühendis ve bilim insanlarının çoğu, birbiriyle çelişen iki talep olduğu için bunun imkânsız olduğunu düşündü. Öğle vakti verilen kahve molasından sonra birçoğu konferanstan ayrıldı. Ama kafamda şimşekler çakıyordu. Bunu yapabileceğimi biliyordum. Bu özgüvenin bir sebebi vardı. Manchester Üniversitesi'ndeki hocalarımdan biri olan Profesör Leslie Ronald George Treloar, 1942'de kauçuğun elastikiyeti kavramını dünyaya açıklayan kişiydi. Öğretilerinden çok etkilendim ve bir gün bunu ticarileştirebileceğimi biliyordum. O gün sonunda gelmişti.
Çok uzun süren test sürecinde, tüm rakipleri testlerde tek tek geride bırakarak, 1998 senesinde şartnamelere yine tek tedarikçi olarak girmeyi başardık. Bu başarımız sonunda bizi F-35 programının ilgi alanına soktu.
Görünmezlik yaratan kaplamaları tasarlama ihalesine davet edildik. Gece-gündüz çalışarak, 2003 senesinde tasarımını bitirdiğimiz formül ile, üç senelik çok zorlu ve yeni bir test sürecinden geçtik. 2006 yılına gelindiğinde, şartnamelere yine tek tedarikçi olarak girmeyi başardık. Şunu özellikle belirtmeliyim; bütün bu çalışmalarımda, bana en büyük desteği eşim Juliana vermiştir.

- Yeni projeleriniz neler? Polimer kimyasında yeni buluşlarınız var mı?
Çok akıllı malzemeler üzerinde çalışıyoruz, ancak bunların ne olduğunu veya nasıl çalıştığını size söyleme özgürlüğüm yok. Havacılık ve uzay malzemeleri işimizin gizlilik konusundaki hassasiyetini takdir edeceğinizden eminim.
- Tüm bunları yaparken bir de sivil toplum, dernek işleriyle uğraştınız.
Amerika’da iş değiştirme nedeniyle bulunduğum her şehirde, Türk-Amerikan Derneğini hemen arayıp, buluyor ve üye olup gönüllü olarak çalışıyordum. Mesela Los Angeles’te Güney Kaliforniya Turk-Amerikan Derneği’nde (GKTAD) 1982’de başkandım. Sonra 1984’te New York’a taşındım ve orada Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu adlı şemsiye kuruluşta (TADF) ilk Halkla İlişkiler Komisyonunu kurdum ve ilk başkanı oldum.
Washington DC’de kurulu diğer şemsiye kuruluş olan Türk Amerikan Dernekleri Kurulu’nun (ATAA) 1982’deki ilk Türkiye delegasyonunda yer aldım. İkisinin de uzun seneler ABD Batı yakası direktörlüğünü bir şekilde yaptıktan sonra ATAA’nin 2011-2013 yıllarında başkanlığını üstlendim. ATAA’daki görevim nedeniyle tüm Amerika’yı karış karış dolaşıp oralardaki Türk-Amerikan derneklerine enerji vermeye, onları uyandırmaya, tepki vermelerini sağlamaya çalıştım.
- Sıkça karşılaştığınız bir sorudur eminim, nasıl başardınız?
Bu da hakkında kitap yazılacak bir soru. Zaman zaman üniversite öğrenci grupları beni davet ediyor ve onlara bu konuda sunum yapıyorum.
Şunları öneriyorum: Sanayinin ve/veya tüketici toplumun en fazla ihtiyaç duyduğu konuları dikkatle gözlemleyeceksin. Notlar alıp araştıracaksın. En kuvvetli olduğunu hissettiğin bilgi ve yetenekleri güzelce harmanlayarak, kendini girişimcilerin dünyasına savuracaksın. Tecrübe kazanmak için bir-iki yıl küçük, bir-iki yıl orta ve bir-iki yıl büyük bir firmada çalışmayı planlayacaksın. Aradaki kültür farklarını görmek açısından önemli.
Peki bir insan kendi işini kurmaya hazır olduğunu ne zaman bilir? O insanın kalbindeki girişimcilik arzusu artık kontrol edilemeyecek dereceye çıkınca ve uykularına girince. İş hayatında darbelerle sarsılmak normaldir. Esas olan darbeleri yiyince tozları silkeleyip tekrar ayağa kalkmak ve mücadeleye devam etmektir.
- Çok misafirperver olduğunuzu biliyoruz, evinizde dostlarınızı çok güzel ağırlıyorsunuz.
Kazandığını sevdikleriyle paylaşmayı seven bir insanım. Eşim Juliana da öyle. Kendisi İrlandalı’dır, Londra’da tanıştık, İzmir’de nişanlandık, Dublin’de evlendik ve San Fransisko’ya geldik. İkimizin de hayali çok çalışıp, çok kazanıp, kendimize güzel bir dünya kurmak ve bunu sevdiklerimizle, Türk-Amerikan dernekleriyle, gönüllü çalışanlarla, Türkiye’ye sevgiyle destek verenlerle, Türk tarih ve kültürünü dünyaya tanıtanlarla paylaşmak.
Her yıl aralık ayındaki etkinliğimiz “gönüllülüğü ve hayırseverliği kutlama” davetidir. Bana eğitimimi hiçbir karşılık beklemeden veren güzel Türkiye’m için çalışmalarım aralıksız sürecek.
Bu, dünyanın gördüğü en büyük reformcu liderlerden olan Atatürk’ümüze olan saygım, sevgim ve vefa borcumdur.
- Son olarak “yaratıcılık” felsefenizden söz eder misiniz?
Elli yıllık mesleki deneyimlerim sonucunda, yaratıcılığın genetik değil, öğretilebilen bir yeti olduğuna kanaat getirdim. Bu alanda özgün bir eğitim felsefesi de geliştirdim.
Üniversitelerden aldığım konferans davetlerinde bu felsefemi gençlerle memnuniyetle paylaştım. Yaratıcılık felsefesinin 9 ayağı bulunmaktadır:
1) Gözlem
2) Merak
3) Tezatlar Cetveli
4) Dün-Bugün-Yarın taraması
5) Doğayı Taklit (biomimicry)
6) Öncesi-Esnası-Sonrası karşılaştırması
7) Kısa-Orta-Uzun Vade planlaması
8) Sistematik Kayıt Tutma
9) Mutlu Tesadüfleri (serendipidy) fark edebilme.
Bu sistemi içselleştirebilen gencimiz çok yaratıcı olduğunu fark edecek ve başarılı olacaktır.
- ABD’de en özel anınız nedir?
Yıl 1982. 28 Ocak. Los Angeles Başkonsolosumuz Kemal Arıkan, Ermeni teröristlerce kalleşçe katledilmiş. Radyo ve TV yayınlarına nedense hep Ermeniler çıkıyor ve çoğu da öldürülen diplomatımızın, sözde soykırımı inkâr eden Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil ettiği için, bu acı sonu hak ettigini söylüyorlardı.
Tüm radyolara ve televizyonlara anında telefon ediyor ve konuşmak istiyordum. Ancak hiçbir liderlik sıfatım olmadığı için beni ciddiye almıyorlardı. Sonunda tamamen kafamda “Turkish News & Views” adlı bir dernek kurdum. Kendimi de onun başkanı seçtim. Madem ki ille de bir başkan ile konuşmak istiyorlardı, alın size başkan dedim!
LA Press Cluba’a telefon ettim. Ertesi gün için, ücretini kredi kartımla ödeyerek, yarım saatliğine toplantı salonunu, kiraladım. Medyanın her gün birkaç kere aradığı telefon numarasına da ismimi, unvanımı ve “Türk tarafının görüşleri saat 08:00’de anlatılacaktır” mesajını bıraktım. Çok etkili oldu. Büyük bir grup medya çalışanları geldi. Tüm televizyonlar, radyolar, gazeteciler oradaydı. Şaşkınlığımı yenip, onlara seslendim:
“Dün, buradan biraz ileride, çok trajik bir olay yaşandı. Bir Türk diplomatı, arabası içinde 14 kurşunla, öldürüldü ve kanlar içinde öyle cansız kaldı. Siz, medya olarak sadece onu vuran Ermeni’nin soydaşlarıyla konuştunuz. Halbuki bu insanın bir eşi vardı. Çocukları vardı. Arkadaşları, vatandaşları, soydaşları vardı. Ülkesi, vatanı, milleti vardı. Tarihi, kültürü, devleti vardı. Siz bunların hepsini yok saydınız. Bu mu sizin basın tarafsızlığınız? Ben bir kimyagerim ve sizlerle buluşmak için iş yerimden izin aldım. Yani sizin beni bulmanız gerekirken, ben sizi buldum. Bu sizin önyargınız değil midir?
Bir mesaj da Ermeni teröristlere verdim: “Tabancalarınızı bavullarınıza koyun ve geldiğiniz o Beyrut’a geri dönün. Biz burada 60-70 yıl önce, dünyanın öbür tarafında olmuş olaylar için birbirimizi öldürmek istemiyoruz. Her türlü anlaşmazlık uygarca tartışılabilir. Şiddete ve teröre gerek yoktur. Barışa bir şans vermenin zamanı gelmedi mi?”
Bu mesajlar medya tarafında çok iyi alındı ve o gün tüm kanallarda gün boyunca defalarca verildi. Bu da Türk-Amerikan toplumunun uyanmasına, ön ayak oldu. Beni derhal telefonla buldurdular. Ve ardından ATASC (The Association of Turkish-Americans of Southern California)’nin başkanı seçtiler. Başkan olarak ilk icraatım iki adet daha basın toplantısı yapmak oldu.
Birincisinde altı adet doktoralı üyemizi medyanın karşısına çıkardık. Toplumumuzun ne kadar yüksek eğitimli olduğu algısını yarattık. İkincisinde ise 16 yaşında, Amerika’da doğmuş büyümüş bir kızımızı çıkardık. Kızımız aksansız İngilizcesiyle, bu ülkede doğup büyüdüğünü, bu ülkeyi çok sevdiğini, ama şiddet ve terör istemediğini söyledi. Sorunların diyalogla çözülmesi gerektiğini söyledi ve barışa bir şans verilmesini istedi. İki basın toplantısında da çok başarılı tepkiler, sonuçlar aldık. Artık medya Türk-Amerikalıları tanımaya başlamıştı.
24 Nisan 1982’de Los Angeles Times gazetesinde son derece etkili bir paralı ilan da çıkardık. İlanda Amerikan toplumuna Ermeni iddialarının eksik, yanlış ve düzmece hikayelerle dolu olduğunu anlattık. Ermeni isyanlarını, terörünü, ihanetini, toprak isteklerini ve öldürdükleri Türk insanlarını hatırlattık. Yine 24 Nisan 1982’de, Ermeni göstericilerin üzerinde Santa Barbara’dan kiraladığımız küçük bir uçakla, “Stop Armenian terrorists and racists!” mesajını uçurduk. Bütün bu çalışmaları gören New York, Washington DC, Boston, Chicago, Houston, Dallas ve diğer yerlerdeki Türk-Amerikan dernekleri, birdenbire canlandı. Kendi bölgelerinde daha aktif olmaya başladılar.
- Ailenizin dramatik bir hikayesi var..
Babam, Birinci Balkan Savaşında, yani 1912 Ekim ayında, Drama’nın KIRLIKOVA köyünde hayatta kalabilen tek insan. Henüz bir yaşında bir bebek. Köyün tüm ahalisi, Bulgar-Yunan çeteleri ve Ermeni gönüllüler tarafından hunharca öldürülmüş. Babamın nasıl hayatta kalabildiğini bilmiyoruz. Belki de katil çeteciler, çığlıklar ve kanlı ceset yığınları arasında minicik bir bebeği fark edemediler. Tek bildiğimiz şey, bir hayırseverin babamın göğsüne çengelli iğneyle tutuşturduğu, buruşuk bir kağıt parçasına yazılan şu silik notlar:
“Akif oğlu Ratip. Doğumu 1911. KIRLIKOVA.”
Bunun dışında hiçbir şey bilmiyoruz. Babam hayatta tek başına büyümüş. 1939’da İstanbul Üniversite’sinden Yüksek Orman Mühendisi olarak mezun olup annemle evlenmiş. Cumhuriyet’in genç mühendisi ve genç eşi...
Beraberce Anadolu’nun tüm dağlarını, ormanlarını dolaştılar. Sekiz çocukları oldu: İki kız, altı erkek. Her biri ayrı bir şehirde doğdu. Ben erkeklerin en küçüğüyüm. Tek maaşla sekiz çocuk... İki-üç senede bir de tayin... Çekilen zorlukları bugünkü nesiller tahmin bile edemez.