Sanayi Devrimi’nden Zekâ Çağına İnsanlığın Ritmi
Sisli bir Manchester sabahı… Gökyüzü gri, sokaklar kömürle kaplı. Dar bir pencereden sızan solgun ışık, fabrika sireninin sesiyle uyanıyor. Eline bir parça ekmek, üstüne yama yapılmış bir ceket… Ve ardından o uzun yürüyüş: demirin, dumanın, makinenin kalbine doğru. Günde on sekiz saat çalışıyorsun, zamanın ölçüsü artık güneşin hareketi değil, çarkın dönüşü. Her dönüş bir nefes, her duraklama bir suç. O çağda insan, makinenin nabzına uymak zorundaydı. Ritmi kaçırmak, aç kalmaktı.
Kömürün kokusu ciğerine siner, makinelerin tıslaması rüyalarına karışırdı. Ama yine de o fabrika duvarlarının ardında, insanlık bir şeyi doğuruyordu: hızı.
Zaman geçti. O buhar dumanı şimdi yerini mavi ışıklara bıraktı.
Manchester’ın fabrika bacaları, bugün silikon vadilerinin sunucu kuleleri oldu. Demir çarkların yerini mikroçipler aldı, yağ lekesinin yerini parmak izi okuyucular. İnsanın bedeni artık değil, zihni çalışıyor. Ama hâlâ aynı yerdeyiz: üretimin merkezinde, ama anlamın kenarında.
Teknoloji insanı özgürleştirmek için doğdu, ama aynı zamanda onu veriyle sınırlandırdı. Buharlı makine kası ikame etmişti, yapay zekâ düşünceyi devralıyor. Fabrikanın gürültüsü yerini bildirim seslerine bıraktı,
ama o ses hâlâ aynı şeyi söylüyor: “Devam et.” Tıklamaya, üretmeye, paylaşmaya, bir sonraki veriyi işlemeye… Çünkü artık emek değil, dikkat ekonominin yakıtı. İnsan hâlâ üretiyor, ama bu kez kendi farkında olmadan.
Belki de Sanayi Devrimi’nden bugüne değişmeyen tek şey, insanın makinenin ritmine ayak uydurma zorunluluğu. Bir zamanlar pistonların hızına, şimdi algoritmaların hızına yetişmeye çalışıyoruz. Daha hızlı düşünen, daha verimli çalışan, daha az dinlenen bir tür olduk. Ve ironik bir şekilde, teknoloji bizi tamamladıkça içimizdeki eksiklik büyüyor.
Oysa makine kötü değil; sadece aynadır. Bize neye dönüştüğümüzü gösterir. Manchester’ın karanlık fabrikalarında doğan o ilk kıvılcım, bugün yapay zekânın satır aralarında yanmaya devam ediyor. Belki de asıl mesele, bu kıvılcımın bizi ısıtıp ısıtmadığı değil , bizi hâlâ insan tutup tutmadığı.