Yeni Birlik Gazetesi
Yeni Birlik Gazetesi Teknoloji Travmanın kalıtsal olduğu iddiası bilimi ne kadar yansıtıyor?

Travmanın kalıtsal olduğu iddiası bilimi ne kadar yansıtıyor?

Travmanın yalnızca bireylerle sınırlı kalmadığı, gelecek kuşaklara da aktarılabileceği endişesi artarken son araştırmalar aksini gösteriyor.

MUHABİR: Bülent Çolakoğlu

Savaşın hala sürdüğü Gazze ve Ukrayna gibi bölgelerde, travmanın yalnızca bireylerle sınırlı kalmadığı, gelecek kuşaklara da aktarılabileceği endişesi artıyor. Ancak son araştırmalar, bu aktarımın genetik kodlara kazınmış bir kader olmadığını, daha karmaşık bir biyolojik ve çevresel sistemin parçası olduğunu gösteriyor.

Travmanın Kuşaklar Arası Yolculuğu: Genetikten Daha Fazlası

Travmanın kuşaklar boyunca süren etkileri, son yıllarda özellikle bilimsel ve kültürel alanlarda yoğun ilgi görüyor. National Geographic’in bu yılın başında attığı “Travma genlerinizde mi saklı?” sorusu bu tartışmayı popülerleştirse de, bilim insanları bu yaklaşımın konuyu fazlasıyla basitleştirdiği görüşünde. Travmanın etkileri genetik kodlara değil, çevresel etkileşimlere bağlı olarak şekilleniyor ve çoğu zaman değiştirilebilir nitelik taşıyor.

Fenotipik Plastisite: Aynı Gen, Farklı Sonuçlar

Travmanın etkilerini anlamak için, “fenotipik plastisite” kavramı kritik bir rol oynuyor. Bu, bir organizmanın aynı genetik yapıya sahip olmasına rağmen çevresel koşullara bağlı olarak farklı fiziksel ve psikolojik özellikler geliştirmesi anlamına geliyor.

Epigenetik mekanizmalar bu plastisitenin en bilinen yollarından biri. DNA üzerinde gerçekleşen küçük kimyasal değişiklikler, genlerin aktiflik düzeylerini etkiliyor. Bu değişiklikler bir tiyatro oyunundaki yönetmen notları gibi düşünülebilir; metin değişmiyor ama vurgular farklılaşıyor.

Çevre, Deneyim ve Travmanın Etkileri

Travmanın nesiller arası aktarımını yalnızca genetik süreçlere indirgemek yetersiz bir açıklama sunar. Çünkü insan gelişimi, yalnızca hücre düzeyinde değil, bakım, topluluk desteği, güvenlik ve aidiyet gibi sosyal etmenlerle de şekillenir. Bu faktörlerin etkileşimi, bazen kalıcı gibi görünen ancak aslında değiştirilebilir biyolojik tepkiler üretir.

Doğada bu plastisiteye sıkça rastlanır. Genetik olarak aynı olan arı larvalarının sadece beslenme biçimine göre kraliçe ya da işçi arıya dönüşmesi; ya da bazı balık türlerinde erken dönemde yırtıcı tehdidi algılamanın vücut şekli ve stres tepkilerini değiştirmesi bu etkiye örnektir.

İnsanlarda ise erken yaşta yaşanan güvensizlik, hayatta kalma açısından faydalı olan tetikte olma hali yaratabilir. Ancak bu durum, ilerleyen yaşamda anksiyete gibi sorunlara dönüşebilir. Bu durum “çevresel uyumsuzluk” (environmental mismatch) olarak tanımlanır.

Epigenetik Ne Kadar Kalıcı?

Travma, epigenetik düzeyde izler bırakabilir; ancak bu izlerin kalıcılığı sanıldığı kadar kesin değil. Araştırmalar, erken yaşta yaşanan olumsuzlukların epigenetik etkilerinin, sonraki dönemlerdeki sosyal destek ve aile istikrarı gibi faktörlerle değişebildiğini gösteriyor.

Ayrıca travmanın aktarımı yalnızca epigenetik yollarla gerçekleşmiyor. Hormon seviyeleri, bağışıklık sistemi tepkileri ve hamilelik dönemindeki fizyolojik koşullar da beynin ve stres sisteminin gelişimini etkileyebilir. Bunlar da nesiller arası etkileşimin biyolojik temellerini oluşturur.

Kültürel Bağ, İyileştirici Bir Güç Olabilir

Travmanın yalnızca bireysel değil, kültürel bağlamda da ele alınması gerektiği birçok örnekte açıkça görülüyor. Yeni Zelanda’daki Maoriler arasında yapılan çalışmalar, toprak, dil ve atalara bağlanma gibi unsurların nesiller boyu süren travmanın etkilerini hafifletebildiğini gösteriyor.

Benzer şekilde, Holokost’tan sağ kurtulanların torunları arasında yapılan araştırmalar, kültürel kimliğe, ritüellere ve ortak anlatıya sahip çıkmanın psikolojik dayanıklılığı artırabildiğini ortaya koyuyor.

Bireysel düzeyde ise travma odaklı ebeveynlik ya da erken dönem ilişki temelli terapiler, sonraki kuşaklarda olumlu etkiler yaratabiliyor. Bu tür psikolojik destekler yalnızca davranışı değil, biyolojiyi de değiştiriyor. Güvenli ilişkiler, düzenli rutinler ve anlam duygusu; stres hormonlarını azaltıyor, bağışıklık sistemini dengeliyor ve uzun vadeli hastalık riskini düşürüyor.