İnsan vücudu, yaşadığı ortama uyum sağlamak için sürekli değişiyor ve bu değişim bazen gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Özellikle zorlu coğrafyalarda yaşayan insanlar, hayatta kalabilmek için inanılmaz adaptasyonlar geliştiriyor. Bilim insanları, Tibet Platosu gibi yüksek rakımlı bölgelerde yaşayan toplulukların, havadaki düşük oksijenle başa çıkabilmek için adeta evrim geçirdiğini keşfetti. Peki, bu insanlar nasıl oluyor da bizim için "nefessiz" sayılabilecek bir ortamda sağlıklı bir şekilde yaşayabiliyor? Vücutlarında ne gibi değişiklikler oluyor? İşte bu olağanüstü uyumun ve evrimin hikayesi...

Dağların Zirvesinde Yaşamak
Yüksek dağlara tırmananlar iyi bilir; rakım arttıkça havadaki oksijen miktarı azalır ve bu durum "dağ hastalığı" dediğimiz rahatsızlıklara yol açabilir. Çünkü vücudumuz, her nefeste daha az oksijen alır ve bu da dokularımıza yeterli oksijenin gitmemesi anlamına gelir. Ancak Tibet Platosu gibi dünyanın çatısı sayılan yerlerde binlerce yıldır yaşayan insanlar için bu durum günlük hayatın bir parçası. Onların vücutları, nesiller boyunca bu düşük oksijenli ortama o kadar iyi uyum sağlamış ki, adeta bu koşullara özel bir "tasarım" geliştirmişler.

Tibetlilerin Gizemli Uyum Yeteneği
Bilim insanları, Tibetlilerin bu olağanüstü uyum yeteneğinin sırrını çözmek için yıllardır araştırmalar yapıyor. Son yapılan çalışmalardan biri, bu insanların kanlarındaki oksijen taşıma sistemlerinin nasıl farklılaştığını ortaya koydu. Araştırmacılar, özellikle kadınların üreme başarısını inceleyerek bu evrimsel değişimin izlerini sürdüler. Çünkü sağlıklı bebekler dünyaya getirebilen ve bu bebeklerin hayatta kalmasını sağlayan anneler, taşıdıkları avantajlı genleri bir sonraki nesle aktarıyorlar.

Az Oksijen
Yapılan detaylı incelemelerde, Tibetli kadınların kanlarındaki hemoglobin (kana kırmızı rengini veren ve oksijen taşıyan protein) seviyelerinin ne çok yüksek ne de çok düşük olduğu, ortalama bir değerde bulunduğu gözlendi. Ancak daha da önemlisi, bu hemoglobinin oksijeni tutma ve dokulara taşıma kapasitesinin (oksijen doygunluğu) oldukça yüksek olduğu anlaşıldı. Yani vücutları, kanı tehlikeli bir şekilde kalınlaştırmadan, mevcut az oksijeni en verimli şekilde kullanmayı öğrenmiş. Kalpleri de bu duruma uyum sağlamış; oksijenli kanı vücuda pompalayan sol karıncıklarının daha geniş olduğu tespit edildi. Ayrıca akciğerlerine daha fazla kan akışı sağlayan bir yapıya sahipler. Kısacası, Tibetlilerin vücudu, az oksijenli havadan maksimum verim alacak şekilde adeta yeniden programlanmış.