İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Evet evet şimdi!

Öyle bozulmuş bir dünyada yaşıyoruz ki; insanoğlu egosunu en yüksek noktaya çıkarmak için adeta yarışıyor. Sevgi ve güzel olandan kendimizi koparırcasına, kötü ve olumsuzluklara doğru koşmaktayız. Resmen, doyumsuzluklarımızın tahriklerine kapılarak, insani yanlarımızı körelten bir sevgisizlik dünyasında dönüp durmaktayız.

Öyle bozulmuş bir dünyada yaşıyoruz ki; insanoğlu egosunu en yüksek noktaya çıkarmak için adeta yarışıyor. Sevgi ve güzel olandan kendimizi koparırcasına, kötü ve olumsuzluklara doğru koşmaktayız. Resmen, doyumsuzluklarımızın tahriklerine kapılarak, insani yanlarımızı körelten bir sevgisizlik dünyasında dönüp durmaktayız.
Hemen hemen her gün hepimiz, bir mekanda oturup boş bakışlarla bakar ve içimize boşlukların dolmasını seyre dalarız. Oysa biz öyle beklerken,ağaçlar büyüyor, kuşlar uçuyor,mevsimler değişiyor sayısını bilemediğimiz sayıda doğumlar ve ölümler oluyor. Ya da tırnaklarımız ve saçlarımız uzuyor da, bizler bizimle bizim aramızda duran duvarları bir türlü yıkamıyoruz. Ve ellerimizi uzatıp çaresizliğe, boşlukların gölgesinin yüreğimize düşmesini beklerken,aydınlığa hasret yüreğimizde yollar uzar da uzar.
Zaman keskin bir bıçak gibi acıtıyor tenimizi ve ruhumuzu. Farkında olmadığımız veya olamadığımız devinimler tutuştururken her yanımızı, bizler umutlarımızı daldığımız sokakların kuytuluklarına bırakmanın telaşındayız. Halbuki;sonradan farkına vardığımız toplumsal ve kültürel tsunamiler çoktan yutmuş olacak çirkinliklerle parçaladığımız yüzlerimizi. Konuşuyor,yapamıyoruz. Yürüyoruz ama hedef bizden uzaklara kaçıyor. Nedense içimizde yapraklar kımıldamıyor.
Nereye gidiyor bu insanlık? Hayatı anlamsız kılan, zihinsel ve kültürel ortamın kuşatılmışlığında kurtulmak yerine, yakamıza yapışan bu değersizlik duygusuyla yaşamayı kanıksamak, aslında gerçek olandan kaçmaktır. Yani, zihinlere sokuşturulmaya çalışılan veya yaratılmaya çalışılan alerjik algılar,klişeler,bireysel ve toplumsal fanatizm ile bütün çıkışlar tutulmuş olsa da, bir yolu olmalı diye düşünüyorum. Bu şiddet ve susturma psikozunun işgali ile, yaşadığımız dünyayı berbat eden bir tür ile karşı karşıya kalmak ürkütücüdür.
Törpülenen umutlarımıza sığınacak limanlar arıyoruz.Yeniden ayrılık peronları,yeniden kimlikler ve her seferinde ölü doğan umutlar olmasın istiyoruz. Ama ne çare!Duygularımızla oynanıyor, duygularımıza yön veriliyor ve hatta işgal ediliyor. Özel çarpıtma merkez ve mekanizmaları insanları şartlandırmak için, özel metotlar kullanmaktan geri durmuyorlar.Yaratılan insan tipi, bütün enerji ve eforunu kendi benlik ve ihtiraslarının kölesi olma yolundan harcayan, sevgiden uzak bireyler olarak yetiştiriliyor. Böyle bir olumsuzluğun toplamında, yaşam     anlamsız bir mod'a dönüşmüş, toplumsal     değersizlik duygusu tavan yapmış,gücünü     adil olmayandan alan canlılar olarak, dünyayı kirletmeye çalışıyoruz.
Ancak, gidişat karanlığın rengine de bürünse, nasılsa zulalarımızda arıttığımız umudumuzun son damlasını bir gülü koklayacak güne sakladık sanırım. Ya da gelecek günün aydınlığına. Yeter ki; bir zamanlar ekmeğimizi paylaştığımız acıları paylaştığımız günlerin hatırına, içimizdeki kuşları yanlış diyarlara uçurmayalım. Çünkü ömrümüz her gülü koklamaya yetmeyecek!
Evet evet şimdi değilse ne zaman? Şimdi değilse... Hiç bir zaman!...