İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

İSMİNİ UNUTAN ÇOCUKLAR

YAYINLAMA:

Resme biraz daha yakından bakınca içlerinde feslilerin de olduğunu gördüm. Mesajı gönderen Muhterem Dilbirliği abiye sordum burası neresi diye. 1917 yılının Berlin’i imiş. Çocuklar savaş zamanında meslek öğrenmeleri için gönderilen Darül Eytam yani Yetimler Evi’nin çocukları… İçim cız etti. Yetim, savaş ve gurbet… Farklı katmanların içinde birbirinin içine geçmiş acılar. Gönderenlerin varlığını unuttuğu çocuklar.

Gün içinde başka bir haber dikkatimi çekti. Filipinlerin devlet başkanı ülkesinin adının değişebileceğini söylemiş. Sebepse Filipinlerin adının Kral Filip’ten gelmesiymiş. Adanın Avrupalılarca keşfedilmesinin ardından bu isim verilmiş. Kendi adını unutmuş bir ülke. Geçen hafta bir ansiklopediyi karıştırırken büyük taş evler anlamına gelen Zimbabve’nin eski isminin Rodezya olduğunu öğrendim. Başkenti Harare’nin eski ismi de Salisbury. Kolonyal miras kolay kolay silinmiyor. Bazen yüzyıllar geçiyor zihinlerin temizlenmesi için.

Başka bir mevzuya geçelim. Tanımaktan kendimi şanslı hissettiğim kişilerden biri Yusuf Ziya Gökçek. Afrika ve sinema kesişimi ilgi alanına giriyor ve güzel detayları aktarıyor. Kendisi Fildişi Sahili diye bir ülkenin Koffi Kwahule ismindeki yazarının tiyatro oyununu aktarıyor. Ağaçların Kokusu ismindeki oyun uzun bir aradan sona evine dönen aydının doğruculuğunu ve içerideki yoz kişiliklerin çatışmasını anlatıyormuş. Gökçek bunu, Mısırlı yazar Umm Haşim’in Lamba’sına benzetiyor.

İki oyunu da bilmiyorum ama hikaye çok tanıdık geldi.

Biraz deşeyim dedim. Başka kaynaklara baktım tiyatro oyununun konusunu öğrenmek için. Evet, haksız değilmişim. Şehrin açlıktan ve kıtlıktan kurtulması için kocaman bir yol yapılması gerekmektedir. Buna karşı olanlar ve taraftar olanlar ikiye ayrılır. Tesadüfün böylesi. Yani? Kolonyal miras artık sadece ipleri oynatarak ülkeyi yönetmeye devam edebilmektedir. Üstelik kendisi uğraşmak yerine içinden bazı kişileri bu işe tayin eder.

Almanya, Filipinler, Fildişi Sahili ve Mısır derken dönüp dolaşıp Türkiye’ye geliyoruz. Ülkemizin ismi değil belki ama geçmişimiz, geleneğimiz koparılıp atılmış. Muhterem abiye soruyorum Berlin’e giden yetimlerin akıbetini. Yurda döndüklerine dair herhangi bir bilgiye sahip değil. Hatta onların kim olduğuna dair de bir bilgi yok. En azından biz bilgi sahibi değiliz. Bildiğimiz tek şey, kendimizden kopup başka yerlerde adımızı unuttuğumuz.

Geri dönme imkanı olanlar kim olduklarını unutuyorlar. Ne gelebiliyorlar ne de dönebiliyorlar. İki arada bir derede parçalanmış zihinlerle bambaşka hesapların küçük aktörleri olarak hayatlarını sürdürüyorlar.

Kolonyal erozyon en değerli topraklarımızı nesillerimizi bizden çaldı. Sürüklenen alüvyonlu topraklar deltalarını zenginleştirdi. Geride kalan ise kurak topraklar, kırık umutlar ve yeşermesini beklediğimiz umutlar.

Tüm hikayelerin birbirine benzediği bir tiyatrodan başka ne olabilir ki yaşadığımız. Kendi ismimizi unuttuğumuz ve sonunda birbirimizin boğazına sarıldığımız hazin bir hikaye. Bazen ülkemizin, bazen kendimizin adını unuttuğumuz.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...