İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

SCHUMAN BİZİ NEDEN KABUL ETMİYOR?

YAYINLAMA:

9 Mayıs 1950’de Schuman Bildirisi ile Avrupa'da barışçıl ilişkilerin kalıcı şekilde kurulması gerektiğinin zorunlu olduğu vurgulanıyor, daha sistematik ve organize bir Avrupa kurmak amacı ile Avrupa Birliği’nin temeli atılıyordu…

O günden sonra bizim de -uzunca bir dönem- yaşamımıza girecek olan Avrupa Birliği gerçeği çıkıyordu karşımıza.

Keza her dönem,

Türkiye’de doğan her çocuk, aklı erdiğinde Avrupa Birliğine kabulümüz ya da reddimiz konusunda bazı fikirlere sahip olur…

Öyle ki, zamanla bu, artık kültürleşme sürecini tamamlamış, içselleştirilmiş bir bilgi haline gelir…

Önceleri ülkemizde yapılan bir iyileştirmeyi, -engelliler için yürüme yolu yapılması, ya da bir ilçede toplum sağlığı için spor merkezleri oluşturulması gibi- Avrupa’nın kriterleri doğrultusunda yapardık,

Çünkü “bizi kabul edeceklerdir” inancıyla iyileştirmelerin gerekliliği yaygın kanaatti…

Sonra bir dönüşüm yaşandı,

Ki, bu iyileştirmelerin aslında yaşantımızın kalitesi için gerekli olduğunu anladık…

Bir dönem de, “almasınlar kardeşim onlara ihtiyacımız yok” başkaldırısında bulunduk ülkece...

Öyle ya bizim “derin” kültür mirasımız, bin yılları aşan medeniyetimiz var, dünün Avrupa’sı mı bize standart koyacaktı…

Diğer yandan ise Türkiye’yi her gün, istisnasız her gün, yerden yere vuran argümanlarımız ortaya çıkacaktı.

Ne diyorduk hatırlayın

“Bizden adam olmaz”dı…

Sokağa çıkmadan halkı beğenmeyenler, Avrupa ölçütlerinde yaşayıp kendileri dışındakileri cahil olarak görenler, uzun süre meşgul ettiler ülkeyi.

Avrupalılık sistemini ülke lehine değil de kendi lehine kullananlar,

Ülkedeki siyasi, dini, ekonomik, akademik tüm olumsuzlukları lobiler üzerinden kullanıp Avrupalı statüsüne geçenler saymakla bitmez…

Her biri birbirinden renkli Avrupa günlerimiz, günlüklerimiz, hatta efsanelerimiz var…

“Müslümanız diye bizi almıyorlar…

Aslında bizim genç nüfusumuza ihtiyaçları var…

Onlarda ara elaman yok biz inşaatta, kuaförlükte çok iyiyiz…”

Dediğimiz “Avrupa listemiz” uzayıp gider…

Geçen Perşembe 9 Mayıs “Avrupa Günü”nde, o Avrupa, yine kendini hatırlatmaya çalıştı bize…

Çıkışı itibariyle “Bir kültürleşme sürecidir” Avrupa günleri…

Coğrafyalar arasındaki düşünce biçimlerinin nasıl çarpıştığını, nasıl uyumlandığını, birbirini nasıl tanıdığını, karşıladığını, karıştığını, reddettiğini, en önemlisi de düşünce sistemlerinin diyalog sürecidir…

Kompleksler, karşılıklı itiş kakışlar, art niyetler Avrupa ve Türkiye arasındaki ikili ilişkilerde yaşanan her ne varsa çözülemeyecek sorunlar değil elbette…

Yine de altını çizmek isterim ki, iyisi kötüsüyle bu süreç bizi dünya argümanları ile karşılaştırdı...

Ha…

Hayatımızda Avrupa diye bir kavram olmasaydı, biz dünya argümanlarını fark etmeyecek miydik?

Bir dönem onu da denedik ama sendeledik,

Öyle ki o eksen kaymasını toparlamakta hala güçlük çekiyoruz…

***

HIZIR GÜNLERİ…

Hıdırellez kutlamaları, diğer bir deyişle Kakava kutlamalarını çok önemserim...

Rivayete göre, Mısır'da Firavun'un zulmettiği Romanların lideri Baba Fingo, firavunun ordusundan saklanmak için Kızıldeniz'e giriyor ve bir daha çıkmıyor.

Romanlar ise, her yıl 6 Mayıs sabahı Baba Fingo'nun bir nehirden yeniden çıkacağını gözlüyor…

Ateşler yakılıyor, rengarenk kıyafetler, müzikler, yemekler, dilek ağaçları, gül dibinde okunan dualar…

Toprağın uyanışı, baharın sedası harika bir festivalle karşılanıyor…

Anadolu’da toprağa içi dere suyu ve kırk otla dolu çömlek gömmek, çiçekli salıncaklar yapmak, kısmet kilitleri, dilek çaputları, kazanla aşları, Hıdırellez kınası, ekmeği… Tam bir şenliktir…

Her zaman olduğu gibi ben de bu sene Hıdırellez’i;

toprağa el sürerek, evime İlyas Peygamberin duasını asarak, işlerime Hızır’ın eli değsin diye niyetlenerek karşıladım…

Bedenimize sağlık, ailemize huzur, hayatımıza neş’e diledim…

Anadolu’da Hıdrellez…

Dobruca’ya yerleşmiş bulunan Kırım Türkleri arasında Tepreş…

Makedonya’da Ederlez, Edirlez, Hıdırlez…

Romanlar arasında Kakava…

Toprağın yazı, filizlenmesi 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar süren ‘Hızır Günleri’yle bilinir…

Bu mevsimsel bayramlar, geçiş dönemleri hepsi birer umut, tazelenme yeniden ayağa kalkmanın işaretidir…

Kutlu olsun…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...