İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Üç küp altın!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hayal kurmak doğuştan insanoğluna verilen büyük mucizelerden biridir. Kimi zaman mutluluğun, başucumuzda duran anahtarı; kimi zaman insanlığın yararına olacak bir fikri ortaya atmak için çıkılması gerekilen ilk basamak. Her şeyin başlangıç noktası; belki de insanoğlu kendi kendine kurduğu bir hayalin parçası... İnsanoğlunun bulunduğu noktaya gelmesinin, bütün buluşlarının ilk aşaması kurduğu hayallerdir. Hayal olmadan başarı da olmaz. Her şey bir hayalle başlar.
Arakiyeci (keçeden takke yapan) İbrahim Ağa, eski İstanbul’un Topkapı’sında yaşayan bir garibandı. Arakiyeci İbrahim Ağa, Kapalı Çarşı esnafından olup takke yapıp satmakla geçinen dürüst, gözü tok, mütevazı bir insan imiş. Fakirlikten Topkapı dışında eski bir Bizans evinde oturur, her gün ta çarşıya kadar o yolu yaya gider gelirmiş. Kendisi ne kadar fakirse, gönlü o kadar zengindi. Ördüğü takkeleri, serpuşları çarşı pazar dolaşarak satar; karısıyla birlikte zar-zor geçinirdi. Zar-zor geçinirdi ya, yine de ebedi bir emeli, bir hayali ve büyük bir hedefi vardı: Surların kıyısına bir cami yaptırmak istiyordu… Hep bunu konuşuyor. Bunun hayalini kuruyordu. Hangi parayla cami yaptıracağını soran ve büyük emelini alaya alan tanıdıklarına ise; şu cevabı     veriyordu:
– İhtimaldir padişahım, belki derya (deniz) tutuşa! (Denizin yanması bile ihtimal dahilindedir.)
“Deniz tutuşur mu be, sen bu kafayla daha çok sürünürsün!” Takkeci garibi çevresine aldırmıyor, çok çalışıyor, üçü beşe katıp biriktiriyor, umutsuzluğa düştüğü zamanlarda ise; “Nemrut ateşini gülistana çeviren Allah, isterse deryaları da tutuşturur” diye söyleniyordu. (Tabii bu gerçeği idrak için insanda, Takkeci İbrahim sabrı lazım.)
Bir gece rüyasında:
- Bağdat'a git, Köprünün karşısında hurma ağacının altındaki asmada senin üç üzüm tanesi kısmetin vardır, onu al ye! Diyen bir zat görür. Üç üzüm tanesi için aylarca sürecek meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuk göze alınabilir miydi? Bunun için İbrahim Ağa önceleri rüyasına pek ehemmiyet vermez. Fakat ertesi gece ve daha birçok geceler rüyası tekrarlanır.
- Bağdat’a git, üç üzüm tanesi kısmetini al!
Bunun üzerine İbrahim Ağa hazırlanır ve aylardan sonra Bağdat'a varır. Medinet'üs-selam Köprüsü'nün karşısındaki bir aşçı dükkânın peykesine oturur. Gözüne hurma ağacına sarılmış bir asma ilişir. Kalkar olgun bir salkımdan üç tane kopararak ağzına atar. Bu sırada yanına gelen bir ihtiyar:
- Arkadaş, der! Ne düşünüyorsun, Bağdat’a niçin geldin?...
İbrahim Ağa rüyasını anlatır. İhtiyar gevrek bir kahkaha ile:
- Ne saf adammışsın be birader der. Ben üç seneden beri rüya görürüm ve bana İstanbul'da Topkapı dışında Topçularda bir Takkecinin kömürlüğünün altında üç küp altın var. Git, aç, al derler de yine ehemmiyet vermem. Sen üç üzüm tanesi için Bağdat'a gelmişsin, doğrusu pek saf adammışsın, der. İbrahim Ağa'nın gözünde sevinç şimşekleri çakar. Tarif edilen yer kendi kömürlüğünün ta kendisidir. Hemen ertesi gün yola çıkar ve İstanbul'a gelir. Kömürlüğü kazar, silme dolu üç küp altını bulur ve camiyi yaptırır. O günden bugüne Camii ibadete açık, devam etmektedir. Yolu Topkapı tarafına düşenler muhakkak bu şaheseri ziyaret etmelidir. Kabul olunmuş duanın, tarihin maneviyatla buluştuğu yerdir.
Takkeci İbrahim Ağanın yaşadığı bu olay 1591-1592 tarihlerinde gerçekleşmiş. Şimdi aradan 427 yıl geçmiş her şey değişmiş! Şu an günümüzde üç küp altın bulsak acaba ne yaparız? Hangi lüks araba hayalleri kurarız? Ya da hangi lüks villalar, yatlar? Artık para var ya hemen böbürlenir, kibirleniriz! Bende “bey” oldum nidaları ile dolanırız şu fani alemde. Bana da artık “falanca bey” “filanca bey” diyecekler diye insanlardan minnet bekler dururuz. 
Sahi zenginlik mal da mülkte mi? Yoksa         gönüllerde mi? 
427 yıl geçmesine rağmen biz Takkeci İbrahim ağayı hatırlar ve rahmet okuruz. Ama nice zenginler var niye hatırlanmazlar? Çünkü onlar bey olma sevdasına tutuldular. 60 veya 70 yıl bey olarak yaşadılar ama şimdi unutulup gittiler. 
İnsan bulunduğu her halinde imtihandadır. Yoksul yoksulluk halinde imtihanda, varlıklı da varlıklı halinde imtihandadır. İnsanlar bulundukları halin imtihanını verebilmek için ekonomik imkânı mütevazi durumda olanlar, bulundukları hale şükretmeli, tahammül göstermeli, "Bu da geçer ya hu" diyerek Rabbimizden iyi günlerin geleceğini ümitle beklemeliler. Zengin durumda olanlar da şımarmamalı, isyana günaha sapmamalı, onun sorumluluklarını yerine getirmeli ki o da zenginlikte iken imtihanını kaybetmesin. 
Farkında olmadan öyle bir hale geldik ki; 
Hayallerimiz değişti! 
Emellerimiz değişti! 
Hedeflerimiz değişti! 
Dünyamız değişti!
Ama biz hakikati hala göremedik, göremiyoruz! 
Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp bir düşünelim üç küp altın bulsak ne yaparız? Dünya için mi harcarız? Yoksa ahiret için harcayıp kıyamete kadar ölümsüzleşir miyiz? 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...