İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

BİR ORYANTALİST OLARAK MACRON

YAYINLAMA:

Fransa Cumhurbaşkanı Macron geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında, “İslam’ın bütün dünyada kriz yaşayan bir din olduğunu” ileri sürdü. Söz konusu ifadesini temel alarak Macron’u son oryantalist olarak tanımlayabiliriz. “Oryantalist” ifadesiyle, Batı uygarlığının “Doğu” toplumları hakkındaki ideolojik ön kabullerini, imgelerini ve hayalî resimlerini içeren düşünce biçimlerini kastediyorum.

Kudüs doğumlu Hristiyan bir ailenin çocuğu olan Edward Said’in tanımına yeni bir boyut kazandırdığı oryantalist söylemin tarihteki izi Eski Yunan’a kadar sürülebilir. Batı toplumlarının zihninde iki bin beş yüzyıllık birikimi yansıtan bir “Doğu” söyleminden söz edebiliriz. Said’in işaret ettiği gibi ancak bir söylem olarak incelersek, Doğu’nun siyasi, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel, imgesel olarak üretilebilmesini sağlayan oryantalizmi anlamamız olanaklıdır. Said, oryantalizm ve söylem ilişkisi üzerine düşüncelerini geliştirirken Fransız düşünür Michel Foucault’dan esinlenir.
Foucault’ya göre, söylemin kendisi bir iktidardır; yani iktidar etkisi olmayan bir söylemden söz etmek olanaklı değildir. Bununla birlikte iktidar ile bilgi bir aradadır, iktidar olmadan bilginin üretilmesi de olanaklı değildir. Söylemin bilgiyi de ürettiğine dikkat çeken Foucault’un gözünde söylemin doğru dediği doğru, yanlış dediği ise yanlıştır. Söylem ve iktidarın birlikte oluştuğuna işaret eden Foulcault’nun söz konusu söylem, bilgi, iktidar kavrayışını dikkate alır, Batı’nın oryantalist söylemine uyarlarsak eğer, ki Said bunu yapmaktadır; “Doğu”, Batı’nın toplumsal ve dilsel pratiklerinin ürettiği söylemsel bir kavramdır. Söz konusu batılı söylem Doğu’yu ötekileştirmekte, ötekileştirirken onu pasifleştirmekte, küçük görmekte, söylemin içine hapsetmekte, mutlak metinler üreterek imgesel bir “Doğu” yaratmaktadır. Başka bir ifadeyle, batılı söylemin işaret ettiği “Doğu” düşsel bir doğudur. Böylelikle Batı’da üretilen söylem Doğu’yu kendi gerçekliği içinde başlı başına ele almak yerine, kurgusal temsillerle ifadesini bulan bir anlatı haline getirmektedir. Sözü edilen anlatıda, “mistik, egzotik bir varlık” olarak tanımlanan Doğulu, “zevk düşkünü, irrasyonel, peçesinin altına gizlenen, yalancı, uyuşuk, şüpheci” bir varlık olarak resmedilmektedir.
Gerçekten, Batı’nın, Doğu’yu kendi içinde tanımlamasında kullandığı imgelere bakıldığında açıkça görülmektedir ki, her bakımdan “Anglo-Sakson asilliğinin, zekiliğinin ve zenginliğinin karşısında yer alan bir Doğu tanımlaması” vardır. Sonuçta Batı toplumu kendisini Doğu’yu tanımlayarak var etmektedir. Böylece, “öteki” ve “kimlik” tartışmasını başlatan Batı’nın gözünde “ben”in bir anlam kazanmasını “öteki”, yani Doğu olanaklı kılmaktadır. Evet, Macron’un geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmayla iki bin beş yüz yıllık geçmişi olan oryantalist söyleme bir katkı yaptığını söyleyebiliriz. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Batının “Doğu”ya tepeden bakan bu yaklaşımına artık bir son vermesi gerekir. Bunun zamanı gelmiştir.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...