İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

DEPREM PSİKOLOJİMİZİ YIKAMAZ

YAYINLAMA:

Geçtiğimiz günlerde bir bankanın davetlisi olarak gitmiş olduğum Ankara’da banka personeline “Deprem psikolojisi ile baş etme yöntemleri” başlıklı bir eğitim verdim. Ertesi günün sabahında ise Düzce’de deprem oldu. Deprem Ankara da dahil pek çok şehirde ağır hissedildi. Adeta 99 depremini hatırlattı bizlere. Umarım beni dinleyen banka personeli o sabahı daha hafif atlatmış ve hayata devam etmeye başlamıştır. Çünkü hayat devam ediyor…

Fay hattında yer alan bir ülkeyiz, depreme alışmalıyız. Daha geçtiğimiz günlerden birinde hep beraber “çömel, kapan, tutun” tatbikatı yapmadık mı? Ne yapacağımızı biliyoruz. Öncelikle soğukkanlı olmalıyız.

Deprem sonrası hayatın normale döndürülme süresi ne kadar kısalırsa, travmayı atlatma o denli kolaylaşacaktır. Günlük rutinlerimizi devam ettirerek hayatı eski haline döndürmek bizi kaygılarımızdan uzaklaştırmada çok etkili olacaktır.

Evet, toprak hareketli bu aralar. Hemen hemen her gün bir yerde sallanmalar duyuyoruz. Dedim ya deprem ülkesindeyiz. O halde bu dönemde olağan tepkiler vermek mümkün mü? Önemli olan korkmak mı yoksa korkuyu yönetmek mi? Belirsizlikten kaçmak mı yoksa belirsizlikle barışmak mı?

Yüzyıllar öncesinden Epiktetos “ İnsanları harekete geçiren olaylar değil olaylarla ilgili algılarıdır” diyor.

Peki, biz depremi nasıl algılıyoruz?

Bir öykü vardır, bilir misiniz? Veba zamanlarından. Tüccar çölde Veba ile karşılaşır ve nereye gittiğini sorar:

Veba: ”Bağdat’a” diye yanıt verince tüccar kaç kişinin canını alacağını sorar.

Veba “çok değil, beş altı bin kişi” diye yanıt verir. Veba şehri terk ederken tekrar tüccar ile karşılaşır ve tüccar “ Bana beşaltı bin demiştin ama altmış bin kişinin canını aldın” deyince Veba yanıt verir : “ Ben yalnızca altı bin kişi öldürdüm, gerisi yaşadığı kaygı ve panikten öldü.”

Öncelikle duygularımızı kabullenmemiz gerek. Olağan dışı zamanlarda kaygı yaşamak son derece normal ve beklenen bir durum. Ancak kaygıyı mevcut gerçekle uyumlu bir düzeyde tutabilmek önemli.

Başınıza gelen olayın sizi kontrolünüz dışında geliştiğini ve ne yaparsanız yapın bu durumu değiştirmenizin mümkün olmadığını düşünmek, gösterilen tepkilerin gayet normal olduğunu kabul edip yaşanan afetleri sadece kendi başınıza gelmiş ya da tekrar gelecekmiş gibi düşünmeyin.

Kaygı duymak nasıl insani bir durumsa kaygıyı sınırlandırmak için gayret etmek de yine çok anlaşılır bir çaba olacaktır.

Her şeyi kontrol edemezsiniz. Endişe belirsizliğe karşı bir protestodur. Çünkü belirsizlik birçok kişi için tehlikedir. Oysa belirsizlik her zaman bir tehlike işareti olmadığı gibi bazen olumlu sonuçlar da getirebilir.

Olabilirlikle olasılığı birbirine karıştırmamayı öğrenin. Olabilirliğin önünü kimse kesemez.

Sezgilerinize inanmayın. Yanıltır. Bilginin eksik olduğu yerde sezgiler devreye girer. Çünkü burada düşünce ve duygular işin içine girer. Bu da bizi bilimsel düşünmekten uzaklaşır.

Unutmayın, her akla gelen düşünce gerçekleşmez. Düşünce ile gerçeği ayırt edin. Yalnızca düşüncedir o. Kendi ürettiğimizdir. Takılıp kalacağımıza barışık yaşamayı denesek?

“Düşününce işte arada aklıma gelmiyor değil.” dediğinizi duyar gibiyim. Anda kalmaya çalışın. Endişe ve kaygı her zaman gelecekle ilgilidir, unutmayın!

Şu anda sağlıklı mısın? Şükret.

Evet, bir gün hepimiz öleceğiz, ama diğer günlerde hep yaşayacağız ve şu anda sağlıklıyız!

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...