İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Siyasetin finansmanını kimler sağlıyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Önümüzdeki pazar yapılacak yerel seçimler öncesi yurdun her yerinde bir kampanya kirliliği aldı başını gidiyor.

Kuşkusuz bu tür seçimler öncesi siyasi partiler gerek adaylarını gerekse projelerini tanıtmak adına bu tür reklam-tanıtım çalışması yaparlar.

Mitingler de en çok kullanılan kampanya araçlarından biridir.

Ancak bu durum öylesine abartıldı ki, seçim ofislerinin açılışı bile neredeyse miting havasında yapılmaya başlandı.

Sanmayın ki vatandaş, bu tür toplantılara adayları tanımak için gidiyorlar.

Seçimlerden çok önce seçmen tercihini belirliyor ve bu toplantılara partisine ve dolayısıyla adayına destek olmak için gidiyor.

Yani her toplantıya, düzenleyen partinin üyeleri ya da sempatizanları gidiyor.

Bir anlamda diğer partilere gözdağı vermek, güç gösterisi yapmak için yapılan etkinlikler.

Bir kentin her mahallesi ya da köyünde yapılan toplantılarda aynı kişileri görürsünüz.

Yani taşıma kalabalık!

Küçük bir ilçede bile en az 8-10 adayın yarıştığını düşünürseniz seçim kampanyalarında harcanan paralar milyon dolarlarla ifade ediliyor.

Üstelik her konuda olduğu gibi seçim harcamaları ya da siyasetin finansmanında da şeffaflık yok.

Çünkü bu bütçeleri yalnızca adayın karşılaması pek öyle mümkün görünmüyor.

Devlet yardımı alan siyasi partilerin de taşrada yapılan seçim kampanyalarına sembolik destekler sağladığı düşünülürse bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusu hepimizin kafasını karıştırıyor.

Partililerimiz ve halkımızın küçük katkılarıyla yapıyoruz” yalanına inanmamızı kimse beklemesin.

Rantın yüksek olduğu yerlerde sermaye çevreleri yatırımlarının aksamadan devam etmesi, yeni rant alanlarının yaratılması için kazanacak potansiyel adaylara desteklerini esirgemezler.

Bu korkunç rekabet ortamında zorunlu olarak bu yardımları geri çevirmeyen adaylar da kazandıkları takdirde bunun bedelini ödemek zorundalar.

Yani sonuçta seçimleri kim kazanırsa kazansın, asıl kazanan rantiyeci sermaye grupları olacaktır.

Seçim öncesi başlayan bu akçeli alış-verişler doğal olarak görev süresi boyunca devam edecek ve bu yüzden profesyonel siyasetçiler her seçimden daha çok zenginleşerek çıkacaklardır.

Kuşkusuz bu kirli siyaset ortamına karşın inatla ve ısrarla direnenler de olacaktır.

Ancak onlarda soruşturma ve denetimlerle bunaltılarak çalışamaz hale getirilir ve bir sonraki seçimlerde aday gösterilmesi mümkün değildir.

Ülkenin en büyük partileri bile kendi içerisinden kadro yetiştirme yerine “kazanma potansiyeli yüksek “adayları başka partilerden devşirme yarışına giriyorlar.

Yani adayda aranan özellikler içerinde ideolojik formasyon, siyasi birikim, partinin ilkelerine bağlılık gibi kriterler yerine “kazanacak aday” kriteri öne çıkıyor.

Böylesine çıkar ilişkilerinin hakim olduğu bir siyaset ikliminde “kazanma potansiyeli yüksek” adaylar da tehdit, şantaj gibi en çirkin yöntemleri kullanmaktan geri durmuyorlar.

Kazanma potansiyelinin yüksekliği de halkın desteğiyle değil, sermayenin o çok cazip ve vazgeçilmez desteğiyle mümkün olabiliyor ancak.

Aslında bu kirli çark içerisinde sistem kendi açmazını da yaratıyor.

Bir dönem sermayenin desteğine muhtaç olan siyasetçiler bu çok büyük rant alanında öyle zenginleşiyorlar ki giderek artık kendileri sermayenin temsilcisi olarak siyasete yön vermeye başlıyorlar.

Geçmişte AKP den belediye başkanlığı yapmış Lütfü Savaş’ın CHP'nin vazgeçemediği kazanacak aday olması kadar, CHP’ de milletvekilliği yapmış Aydın Ayaydın’ın Muğla için AKP ve de Erdoğan için vazgeçilmez “kazanacak aday” olması işte bu kirli siyasetin açmazlarıdır.

CHP gibi Türkiye’nin en köklü, iktidar adayı bir partinin bile “beni ya da benim istediğim birini aday göstermezseniz, size seçim kaybettiririm” türünden tehditlere boyun eğmesinin başka bir izahı olabilir mi?

Birçok kentin uzun yıllar çözülemeyen kimi sorunlarının, verilemeyen hizmetlerinin seçim kampanyalarında harcanan paralardan çok daha az bütçelerle gerçekleşebileceğini görüyoruz.

Bir yanda milyon dolarlık bütçelerle seçim kampanyaları yürüten sistem partileri, diğer tarafta da seçim ofisi bile kiralayacak imkanı olmadan gerçek anlamda hizmet aşkıyla, halkına olan sorumluluk duygusuyla yarışmaya çalışan sistem muhalifi partiler.

Bu adaletsiz yarıştan kuşkusuz yine ve yeniden sistem partileri ve sermayenin desteklediği adaylar kazanarak çıkacaklar. Asıl kazanan da halkı iliklerine kadar sömüren vahşi kapitalizm ve onun yerli temsilcileri olacaktır.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...