İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Alışık değildi çekip gitti...

YAYINLAMA:

Bir insanın gelebileceği en yüksek mertebe güvenilir insan olmaktır. Doğan Cüceloğlu.

Söz insana insanda söylediği söze yakışmalı, güven vermelidir.

Güvenmek; sevmekten daha değerlidir.

Bütün dünya sırtını dönse bile sana güvenen, sarılmak için bekleyen biri varsa asla yıkılmazsın.

Anlam veremediği kâbusla uyandı. Tüm odaların camları açıktı. Üzerinde hiçbir şey olmamasına rağmen ter içinde uyanmıştı adam. Ne gördüğünü hatırlamaya çalıştı. Kendini zorladı. Hatırlamadı.

Gözleri açık gardırobun rafında kenarı görünen pembe t-shirte takıldı. Kime ait olduğunu biliyordu. Oysaki her şeyi atmıştı. O an iyi, güvenilir insan diye düşündüğü kişilerin, beş para etmediğini arkasından nasıl hançerlediklerini hatırladı.

Gök delinmiş gibi yağmur yağıyordu. Kendi kendine güldü. Yatağından adeta takla atarak kalktı. Camın önündeki çalışma koltuğuna oturdu. Yağmurun sesini dinliyordu ki, yatakta iken aklına düşen cümlenin öncesinde olanları film izler gibi beyninin içinde izlemeye başladı.

Gecelik ilişkiye girme çabalarını, yalakalıklarını sürekli arayıp mesaj yazarak tekliflerini, bunu yaptıkları kişi onlara da ihanet etmiş her şeyi, mesajlarını göstererek, “senin arkadaşım dediklerin bunlar” diyerek anlatıyordu.

O an duydukları, okudukları içinde rengârenk yeşerttiği güzellikler ve de güveni, çiçeğin solması gibi bir anda sanki kurumuştu.

Babasının, ‘Sen iyi isen karşındaki de iyidir. Sen kötü isen karşındaki de kötüdür’ sözünü toz konduramadığı sevgilisinin yalanlarına kandığı o günlerde unutmuştu. Kabahati gü-ven-miş-ti.
Adam, kendi içinde bulduğu dinginliği, huzuru ve sadeliği hiçbir dış unsurda bulamıyordu. Neden insanlardan uzaklaştığını, neden kendi dünyasında yaşamayı tercih ettiğini daha iyi anlıyordu. Belli ki dışarıda onu anlayan, onun değer verdiği şeyleri görebilen az insan vardı. Hayal kırıklıkları gözünü açtığından beri dış dünyanın renkli ve cezbedici yüzeyine artık kanmıyordu.
Irkımı sordu
İnsan dedim
Dinimi sordu
İnsan dedim
Kıblemi sordu
İnsan dedim
Yolumu sordu
İnsan dedim
Alışık değildi, çekip gitti!
Tıpkı bu dizelerde Aziz Nesin’in yazdığı gibi idi. Atatürk’ü sevmeyenlere yıllarca hizmet etmiş, onlarla düşüp, kalkmış aynı masalarda kadeh kaldırıp, yüzüne, tenine dokunulmasına izin veren o, sonunda güveni bahane ederek kaçıp gitmişti. Doğruları söyleyen, onu korumaya çalışan kişilere alışık değildi. Maalesef, alışık olmayan kıçta da don durmuyordu.

Şimdi varlığı birilerini deli etse de uzaktan gizli gizli izlemelerine kahkahayla gülüyor.

Yağmur şiddetini azaltmış. Güneş bulutların arasından kendini göstermeye başladığını cama vuran yansımasından fark ettiğinde, bir yerler de gökkuşağı çıkmıştır diye aklından geçirdi.

Duşa alıp, tıraş olmalı, kremlerini sürüp, giyinip çıkmalıydı. Gerçekte ise evinde kalıp, kahvesini yudumlarken kitap okumak istiyordu. İşe giden insanları görünce bu düşüncesini defetti.

Sıcak tenine değen soğuk suyun keyfini çıkarırken, insanlar hep bir ayıp ararlar. Cahil insanlar da bunu yayarlar. Aptal insanlar da buna inanırlar. İnsan olan insanlar da; belki bilmediğim bir mazereti vardır der meseleyi kapatırlar diye aklından geçenlerle konuşuyordu.

Her gün sinekkaydı tıraş olurdu. Ayna karşısında kendiyle yüzleşmeyi seviyordu. ‘Bazen kendini ispat etmeye çalışmak, insanın asaletine yaptığı en büyük saygısızlıktır.’ Cümlesi sesli olarak çıkmıştı dolgun dudaklarından...

Giyindi. Her sabahki gibi duasını okudu. Yağmurdan eser yoktu. Güneşin sıcaklığını hissetti. Mutlu bir şekilde dikiz aynasına bakarak gülümsedi. Merhaba Ekim, Merhaba yurdumu Cumhuriyet gibi aydınlatan Güneş diyerek yeşil ışıktan hızla geçti.

Eylül, yapraklarını döküp gideli çok olamamıştı. İşine doğru giderken yolunun üzerinde ağaçların altlarında kuruyan kahverengi damarlı yapraklar gözüne ilişti. Radyoda bir Eylül ayında sevenlerini bırakıp giden Neşet Ertaş’ın seslendirdiği türkü çalıyordu.

GARİP BÜLBÜL GİMİ FERYAT EDERİZ
CEHALET(CAHİLLER) ELİNDE KÜSKÜN KEDERİZ
HEP YOLCUYUZ BÖYLE GELİR GİDERİZ
DÜNYA SENİN VATANIN MI YURDUN MU?

Kararı net idi. Kimsenin ne istediğini bilmediği yanıyla, savaşmayacak, kimseye gözü kapalı güvenmeyecek inanmayacaktı.

Aracını park etti. Ekim gelmiş olsa da Eylül henüz gitmedi diye aklından geçerken, ‘Olsun, daha Kasım var’ dedi.

Karşısına çıkan ilk kişiye mutlu enerji dolu gülümseyerek seslendi. “GÜNAAYDINNNN”

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...