İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Hakikat

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İnsan, yaratılmışların en latifi, en nazik cevheridir. Lakin bu latifliğin farkına varmak, onu işlemeyi bilmekle mümkündür. Zira “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim…” sırrına mazhar olan bu varlık, yalnızca etten ve kemikten ibaret bir suret değil; arşa yüklenmeyen emanetin yeryüzündeki taşıyıcısı, ruhlar âleminden gelen sırra emanetçi bir sâliktir.

Elinizdeki bu eser, bir yolcunun ve yolculuğun kitabıdır. Bu yolculuk, yaradılışın hikmetini arama yolculuğudur. Kendi hakikatine doğru bir yürüyüş, Rabbine kavuşmaya dair özlemin adım adım dile gelişidir. Lakin bu yolculuk ne uzak diyarlara, ne güneşin battığı ufuklara, ne de haritalarda gösterilen menzillere varır. Bu yolculuk, insanın kendi içine doğrudur. Bir yönüyle en zor, bir yönüyle en yakın yoldur bu. Zira “kendini bilen, Rabbini bilir” hikmetinin sır kapıları, yalnızca içe yönelenlere açılır. Dışa bakan göz, zahire takılırken; içe bakan kalp, bâtının ince yollarını seyreder. İşte bu kitap, o yolu yürümeye niyet edenlere bir pusula olsun diye yazıldı. Yolun başında olanlara rehber, yolda yürüyenlere yoldaş, menzile yaklaşanlara hatırlatıcı olması murat edilmiştir.

İnsan, bu âleme boş yere gönderilmemiştir. Varlığın gayesi, eşyanın hakikati, hayatın hikmeti onunla tamamlanır. Kur’ân, “Biz insanı en güzel surette yarattık” (Tîn, 4) buyururken, hemen ardından gelen “Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik” (Tîn, 5) ayetiyle, bu kıymetin nasıl heba edilebileceğini de hatırlatır. Demek ki insan, hem en yüce makama ulaşabilecek bir ruh, hem de en aşağı derecelere düşebilecek bir nefistir. Bu fark, bilmekle değil; şuurla yaşamakla, idrakle seyretmekle ortaya çıkar. Bu gayret ve çabamız, yalnızca bilgi vermek niyetinde değildir. Bilgi çoktur, fakat irfan azdır. Çok bilen vardır, ama hakikati yaşayan azdır. Bu eser, sahih bilgiyle kalbi arındırmayı, hakikatin izini süren bir terbiyeyi, nefsin mertebelerinde seyr etmeyi ve insana emanet edilen kulluk görevini bir bütünlük içinde ele alır.

İlk sayfalarda “insan”dan başlamak gerek. Çünkü insan bilinmeden âlem bilinmez. Tasavvuf büyükleri bu hakikati daha rafine ifade eder: “İnsanın cismi küçük, hakikati büyüktür.” Bu yönüyle insan, bir nevi âlemin özü, özün tecellisidir. Onun kalbi, Arş’a denk bir makamda yaratılmıştır. Lakin bu kalbin cilalanması, nefsin perdelerinden arınması gerekir. “Kalp paslanır; onun cilası zikir ve ibadettir” buyuran Efendimiz (sav), işte bu sebeple zikri, tefekkürü ve ibadeti bir hayat düsturu olarak bize bırakmıştır. Yine Hazret-i Peygamber (sav), “Dikkat edin! Bedenin içinde bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur. O bozulursa, bütün beden bozulur. İşte o, kalptir” (Buhârî, Müslim) buyurmuş ve yolun nefsin değil kalbin yolu olduğunu bildirmiştir. Tasavvufun özü şudur: Şekli aşarak hâl sahibi olmaktır. Dili susturup kalbi konuşturmaktır. Ameli artırırken, niyeti derinleştirmek, zira amel şekildir, niyet ruhtur. Amelsiz niyet, tembelliktir; niyetsiz amel ise boş gayrettir.

İnsanın yaratılış maksadı, bu dünya ile ahiret arasında nasıl bir denge kurması gerektiği, peygamberlerin gönderiliş hikmeti, teslimiyetin kalpte nasıl kök salacağı, şuurun nasıl bir manevi derinlik doğuracağı gibi temel konularla başlar. Müslümanlık ile müminlik arasındaki fark, yalnızca lafzî değil, yaşantının merkezindedir. Mürşit-mürit ilişkisi, teslimiyetle aydınlanmadır. Nefsin mertebeleri, insanın kendi içindeki merdivenlerdir ve her bir basamakta ayrı bir sabır, ayrı bir mücadele gizlidir.

İmam Gazâlî der ki: “İlmin gayesi, insanı kendine ve Rabbine döndürmektir.” Bu döndürüş, bir hatırlayıştır. Zira “Zikir”, sadece dilde tekrarlanan kelimeler değil; insanın unuttuğu aslına yeniden yönelmesidir. Her dua, içten gelen bir ağlayıştır, her secde bir itiraf, her ibadet bir özür, her zikir bir yolculuktur. Namaz ve kulluk, şekil değil şuur işidir. Oruç ve Ramazan, nefsi terbiye değil, ruhu diriltme vesilesidir. İman, İslam ve ihsan, birbirinden ayrı değil; iç içe geçmiş hakikat katmanlarıdır. Dua, dilin değil, kalbin sesidir. Zikir, yalnızca tekrar değil, hatırlayışın ta kendisidir. Tefekkür ve tezekkür ise, aklın ve kalbin birlikte sefer ettiği bir yolculuktur. Bugün nefsin arzu ve tutkularıyla şekillenen bir dünyada, iradenin yeniden tevhid üzere inşasına ihtiyaç vardır. Oysa bu inşa, ancak muhasebeyle, murakabeyle, ibadetle, şuurla, teslimiyetle, aşk ile mümkündür.

Her konu, Kur'an ve Sünnetin rehberliğinde, büyük ariflerin sözleriyle zenginleştirilerek ifade edilmeye gayret edilmiştir. Çünkü bu yolculuk tek başına yürünecek bir yol değildir. Öncekilerin izinden gitmek, iz sürmeyi bilenlerle birlikte olmak gerekir. Kalp yolda üşür bazen, o vakit bir Peygamber kelamı, bir velinin sözü güneş gibi ısıtır. Bazen nefis azdırır, heva kandırır; o zaman bir mürşidin bakışı ruhu silkeler. Bazen her şey boş gelir, o zaman secde bir yuvaya dönüşür. Ruhun inşirah bulması için gayret kulluğun idrakidir. Unutmayasın ki sen bir emanet taşıyorsun. Bu dünya, o emaneti koruyup olgunlaştırman için verilen bir fırsattır. Bu hayat, asıl hayata hazırlıktır. Bu gölge âlem, hakikat âleminin bir yansımasıdır.

Kur’ân şöyle buyurur: “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr, 19) Bütün gayret ve çabamız, o unutmayı silmek, kendini bilme yolculuğuna yeniden çağırmak olmalıdır. Sana senden yakın olan Rabbimizi tanıman, seni sen yapan emaneti fark etmen, nefsini tanıyarak Hakk'a ulaşman içindir. Bu kitaptaki her konu ders halkasında tuttuğumuz notlar ve onlar üzerindeki yoğun mütalaalar sonucunda yazıldı. Yazar olarak değil bir yolcu olarak konuşuyorum. Bu yol, benim de, senin de, hepimizin yani her birimizin yoludur. Her bir satırda kendi içime yöneldiğimi, kimi zaman ağladığımı, bazen secdeye kapandığımı, yanlış anlamaya ve anlaşılmaya sebebiyet vermemek için Rabbime sığındığımı bilmenizi isterim. Eğer bu kitap sana bir pencere açarsa, o pencerenin ardında Rabbimizi bulmanızı dilerim. Allah’ım, bizi kendine kul, Habbine ümmet, kalbimize sırdaş, yolumuza nur eyle. Niyetlerimizi hâlis, amellerimizi salih, yolumuzu sırat üzre dosdoğru eyle.

Ey gönlünün derinliğinde bir sızı hisseden âdem, Ey aradığı şeyin adını tam koyamasa da, yolda olduğunu bilen mümin kardeşim,

Kimi zaman bir ayetin gölgesinde, Kimi zaman bir mürşidin sözünde, Kimi zaman ise suskun bir tefekkür anında bulacaksın kendini.

Unutma ki yol da senin, yolculukta senindir.

Yolun Kur’an, yol göstericin Resulullullah (sav) olsun.

Yol açık, menzil yücedir. Yeter ki niyetler temiz, yürekler teslim olsun. Yeter ki yol, hakikat yolu Sırat-ı Müstakim olsun.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...