İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Tefekkürün gücü

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Kıymetli dostum Ali Vasfi Kurt'tan aldığım Ali Şeriati'ye ait şu söz, Türk düşünce tarihinde iz bırakan dört büyük isimle ne kadar da uyum içinde: "Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. Ben rahatları rahatsız etmek için geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım. Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşturmalı, uysalları hareketli hale getirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır." Bu yaklaşım, Cemil Meriç, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu'nun düşünce dünyalarının da temel dinamiklerinden birini oluşturur.

Fildişi Kulelerin Düşmanı: Cemil Meriç, Ali Şeriati gibi rahatsız edici bir düşünürdür. Onun için düşünce, mevcut kalıpları yıkmak ve hakikatin peşinden gitmektir. Meriç'in en büyük derdi, Batı taklitçiliğinden ve ezberci eğitim sisteminden kurtularak kendi medeniyet birikimimizi keşfetmektir. "Bizim ilim adamlarımız, mektep sıralarında öğretilenin tekrarıdır" derken, Batılılaşma adı altında kendi değerlerinden kopan aydınları ve entelektüel tembelliği eleştirir. O, aydınları "fildişi kulelerden" inmeye, halka dönmeye ve toplumun gerçek dertleriyle yüzleşmeye davet eder. Bu rahatsız edici duruşu, kavramların içini boşaltan yüzeysel düşünceyi reddetmesinden ve kelimeleri adeta ameliyat masasına yatırmasından gelir.

Uysalların Savaşı: İsmet Özel de Ali Şeriati'nin "rahatsız etme" ödevini en güçlü şekilde temsil eden isimlerden biridir. O, sisteme ve düşünce tembelliğine karşı çıkan bir şair ve düşünürdür. Özel'in şiirleri ve yazıları, okuyucuyu sorgulamaya, uysal kalıplardan sıyrılmaya ve cesurca konuşmaya davet eder"Amentü" şiiri, bu rahatsız etme ödevinin en güçlü örneklerindendir. Modern hayatın dayattığı kapitalist yaşayıştan ve yabancılaşmadan rahatsızdır. "Kendi iç savaşını bitirmiş" insanları eleştirir ve onlara "Müslümanca bir savaşım" çağrısı yapar. Ona göre gerçek varoluş, mücadele ve sorgulama ile mümkündür.

Düşüncenin Çilesi: Necip Fazıl, sanat ve düşünceyi bir eylem aracı olarak kullanır. Onun ana amacı, "fikrin çilesini" çekerek kendi medeniyetine yabancılaşmış toplumu uyandırmaktır. "Kaldırımlar" şiiriyle, toplumun yüzleşmekten kaçtığı bireysel ve toplumsal çürümeyi, yalnızlığı ve manevi boşluğu cesurca ortaya koyar. "Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" diyerek, toplumu mevcut gidişatın tehlikelerine karşı uyarır. "Büyük Doğu" dergisiyle toplumsal çatışmaları gündeme getiren Necip Fazıl, Batı taklitçiliğini ve fikri tembelliği sert bir dille eleştirir. Ona göre gerçek aydın, rahatsız edici sorular soran ve sömürü düzenine karşı çıkan kişidir.

İsyan Ahlakı: Nurettin Topçu, felsefeyi ve sosyolojiyi bir ahlak zemini üzerine inşa eder. Onun düşüncesi, Ali Şeriati'nin sözleriyle birebir örtüşen "İsyan Ahlakı" kavramında somutlaşır. Topçu'ya göre "isyan" sadece kurulu düzene karşı çıkmak değildir; asıl isyan, insanın kendi nefsine, tembelliğine ve konforuna karşı verdiği mücadeledir. O, kapitalist bir hayat sürmenin ahlaki bir çöküş olduğunu savunur. Bu nedenle insanları pasiflikten ve düşünce uyuşukluğundan kurtulmaya davet eder. Batı'nın materyalist yapısına karşı duracak yegâne gücün, kendi manevi köklerimize dönmek olduğunu belirtir. Bu dönüş için "donuk", "uysal" ve "teslimiyet gösterici" insanları harekete geçirmeyi hedefler.

Ali Şeriati'nin "rahatları rahatsız etme" düsturu, yukarıda bahsi geçen dört kıymetli düşünürde de bulunduğunu ve aynı minvalde mücadele ettiklerini söyleyebiliriz. Her biri, kendi döneminin ve coğrafyasının akışını sarsarak, sadece bilgi aktarmakla kalmayıp, okurlarını ve toplumu tefekkür dolu ve istikamet gösterici bir mücadeleye çağırmıştır. Onlar için aydınlık bir gelecek, konforlu düşüncelerle değil, ancak suskunlukları bozan bir isyanla, donuklaşmış zihinleri harekete geçiren bir mücadeleyle mümkündür. Bu isimler, "hizmet" etmenin asıl yolunun, rahatlatmaktan ziyade, sorgulamak ve sarsmak olduğunu gösteren nadir figürlerdir.

Sezai Karakoç, Türk düşünce ve edebiyat dünyasında "Diriliş" fikriyle bilinen, adeta tefekkürü bir eylem felsefesi haline getirmiş bir düşünürdür. O, mevcut kültürel ve siyasi yapıların donukluğunu, Batı taklitçiliğini ve manevi boşluğu "uyandırılması gereken bir bilinç" olarak görür. Karakoç'un düşüncesi, sadece eleştiriyle sınırlı kalmaz; eleştirinin ötesine geçerek İslam medeniyetinin ruhunu yeniden diriltme çağrısı yapar. "Mona Roza" şiiri gibi edebi eserleri bile, sıradan bir aşk şiirinin ötesinde, yitirilmiş bir maneviyatın ve estetiğin arayışını temsil eder. O, modern dünyanın dayattığı "uyuşuk" hayat tarzına karşı, kendi medeniyet birikiminden süzülmüş, ruhsal bir uyanışa dayalı bir yaşam teklif eder.

Cemal Süreya, edebi ve düşünsel duruşuyla "rahatsız eden" şairlerden biridir. Toplumun ve sanatın yerleşik kalıplarını kırmayı hedeflemiştir. Eserlerinde kullandığı dil, alışılmadık benzetmeler ve cesur söylemler, okuyucuyu konfor alanından çıkarıp düşünmeye sevk eder. Özellikle "Yüzükoyun" ve "Üvercinka" gibi şiir kitaplarında, aşk, bireysellik ve toplumsal normlar üzerine sarsıcı sorgulamalar yapar. Süreya'nın tefekkürü, sadece ideolojik bir eksende değil, aynı zamanda estetik ve bireysel varoluşsal bir sorgulama ekseninde ilerler. Bu yönüyle o, okuru ezberci düşüncelerden arındırıp, kelimelerin ve kavramların arkasındaki derin anlamları keşfetmeye iter.

Cahit Zarifoğlu, Necip Fazıl'ın "çile" kavramını farklı bir boyuta taşıyan, tefekkürü bireysel bir içsel yolculuk ve toplumsal bir direniş olarak gören bir şair ve yazardır. Onun şiirleri ve denemeleri, modern hayatın dayattığı yabancılaşmaya, manevi boşluğa ve konformizme karşı bir isyan niteliği taşır. "İşaret Çocukları" şiir kitabında, sisteme ve dayatmalara karşı duran "çocuksu" bir saflığın ve isyanın portresini çizer. Zarifoğlu, düşüncelerini yüksek sesle ifade etmek yerine, eserlerinin derinliğine yerleştirir ve okuyucunun bu derinlikte kendi iç sorgulamasını yapmasını hedefler. Onun tefekkürü, bireyi önce kendine, sonra topluma yabancılaştıran tüm yapıları sarsma ve gerçek olana dönme çağrısıdır.

Bu isimlerin her biri, makalemizde vurgulanan Ali Şeriati'nin "rahatları rahatsız etme" ilkesini farklı yollarla, kendi alanlarında ve üsluplarında uygulamıştır. Onlar için tefekkür, sadece bir entelektüel faaliyet değil, aynı zamanda toplumun uyanışına ve dönüşümüne hizmet eden cesur bir duruştur.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...