Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Açık
18°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Anahtar Kavramlar (Kahramanlık)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Muhtemelen kahramanları çıkartırsak târih bilgimiz adına pek bir şey kalmaz. Dönemlerin, başarıların, zaferlerin, keşiflerin, icatların bir kişi merkezine toplanmasıyla kahramanlar ortaya çıkıyor. Peki tek bir kişi. Târihsel süreçteki bir döneme nasıl damgasını vurabilir; tek bir kişi nasıl zafer kazanabilir; tek bir kişi daha önce gidilmeyen yerlere gidip nasıl keşifler yapabilir; tek bir kişi hiçbir önceki birikimi kullanmadan tamâmen kendi edinimleriyle nasıl icat yapabilir?

Maalesef bu sorulara onca kahramanın tekilliğini savunacak cevaplar veremiyoruz. Elbette bir zafer anıtında ordudaki her bir askerin yeri yoktur. Ama ordudaki askerler, ekipteki elemanlar, takım arkadaşları neden önemsenmiyor? Bu önemsemeyişin en büyük bedelini o kahramanlardan sonra gelen nesiller ödüyor.

Başarı her ne konuda olursa olsun, kahramanın şahsına yüklendiğinde, o kişiyi kahraman yapan süreç, o kişiyi kahraman yapan özellikler, yaşadığı zorluklar, sorunlarla baş etme yöntemleri, olaylara bakış
açısı ve benzeri birçok ayrıntı ve gerekli bilgi gözden kaçırılıyor. Böylece o kahraman sâdece târihte dondurulmuş bir karakter hâline getiriliyor ve onu örnek almamız, “o olsaydı ne yapardı” dememiz engelleniyor. Bu yüzden sekiz yüz yıl sonra hâlâ Mevlânâ’nın “yeni şeyler söylemez lâzım cancağızım” sözünü tekrarlıyoruz ama yeni şeyler söyleyemiyoruz. Belki 21. Yüzyılın Mevlânâların engel oluyoruz.

Kahramanların heykellerini dikiyoruz, resimlerini asıyoruz, imzâlarını ya da tuğralarını vücûdumuza dövme yaptırıyoruz, arabamıza çıkartma olarak yapıştırıyoruz, bardaklara resimlerini, sözlerini yazıyoruz. Ama bir kahramanı buzdolabı magneti hâline getirmek bize ne kazandırır ki!

Mârifet sâdece kahramanlarda olsaydı şunu düşünmeliyiz: Fâtih’ten önceki komutanların Fâtih’ten nesi eksikti? Süleymâniye ve Selimiye için sâdece Mimar Sinan yeterli olsaydı, Mimar Sinan’ın dönemindeki devletin ekonomik ve siyasal gücü, taş ve demir işçileri, Mimar Sinan’ın Osmanlı coğrafyasını gezip mimârî bilgisini arttırma imkânının hiçbir önemi olmamalıydı.

KAHRAMANLARLA BİTEN ÜLKÜ

Hem İslâm âleminde hem de Türk-İslâm kültüründe belki de en büyük hedef, İstanbul’un fethiydi ve milâdî 1453 yılında gerçekleşti. Sahih olduğu şüpheli de olsa, “La tüfte hannel Konstantiniyye” hadis-i şerifindeki “Ne güzel komutandır, ne güzel askerdir” müjdesine mazhar olmak için, İslâm orduları Emevî döneminden itibâren İstanbul’u defâlarca kuşatmıştır. Peki bu hadis-i şerifin geçerliliği İstanbul fethedilince bitmiş midir? Bu hadis, 21. yüzyılında anlam ifâde etmiyor mu? 21. yüzyılda da “ne güzel komutan, ne güzel asker” dedirtecek fetihler olamaz mı? Bu soruya evet cevâbını verebilmek için
“kahraman” kavramına yüklediğimiz anlamı güncellememiz lâzım.

Çocuklarımıza “Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” diye marşlar söyleterek onları 21. yüzyılın fâtihleri yapabilir miyiz? Günümüzde hangi çocuk, bir devletin başına geçme ihtimâliyle doğuyor ve bir devletin başına geçecekmiş gibi yetiştiriliyor? Daha önemlisi, fetih için tek bir kahraman yeterliyse, daha önce İstanbul’u kuşatanların nesi eksikti? Sultan II. Mehmet’i “fâtih” yapan özellik, histerik bir İstanbul saplantısı değil, çağının en ileri teknik bilgisine sâhip olması ve bu bilgiyi uygulayabilecek ekonomik, sosyal ve siyâsî güce sâhip olmasının yanında, kendisiyle aynı ülküyü paylaşan askerlerden oluşan bir orduya sâhip olmasıydı. Paşalardan beylere, nalbantından kuşatma süresince orduya yemek pişiren aşçısına kadar bütün neferler aynı hedefi paylaşıyordu. Bu yüzdendir ki, hadis-i şerifte “ne güzel komutandır”ın yanında “ne güzel askerdir” denmiştir. 21. yüzyılın fetihlerini gerçekleştirmek için komutanın yanında askerlere de önem vermeliyiz. Komutanlar yetiştirirken o komutanların yöneteceği orduları oluşturacak askerleri de yetiştirmeliyiz. Yoksa “O gidince ne yapacağız?” sorusunun sarmalından kurtulamayız.

KAHRAMANLIK SÂDECE SAVAŞTA MI?

Kahramanın tek kişi olmasının yanında başka bir sorun daha var. Türk büyükleri diye hep komutanlar, devlet adamları tanıtılıyor. Bilim, sanat, edebiyat alanındaki büyük isimlerimiz kahraman değil mi! Bu millet övündüğümüz on altı büyük devleti sâdece askerlerle mi kurdu? Kurulan devletler sâdece askerlerin mârifetiyle mi yaşadı?

Köprülerimizin, havaalanlarımızın, üniversite kampüslerimizin adları neden edebiyatçı, bestekâr, sanatçı, bilim adamlarından değil. Bir ülke savaşla fethedilir veya kurtarılır ama savaşla yönetilmez. Eskilerin dediği gibi “toprak at üstünde fethedilir ama attan inerek yönetilir”.

Toplum sâdece komutanlardan oluşmaz. Kaldı ki bizim komutanlarımızın, fâtihlerimizin, askerî kahramanlarımızın edebiyatçı ve sanatçı kimlikleri de var. Osmanlı sultanlarının çoğu şiir yazmıştır. Fatih Sultan Mehmet, “Avnî”, Kanunî Sultan Süleyman “Muhibbî” mahlasıyla Dîvan edebiyatımızın en güzel eserlerine imza atmıştır. Birçok padişahımız bestekârdır, sâzandedir. Sultan III. Selim, bestekârlığın ötesinde Sultânîyegâh makamını terkip edecek kadar ileri derece mûsıki bilgisine sâhipti. Acaba Mimar Sinan’ın sanatçı yönünü de tanısaydık, şehirlerimizdeki bu çarpık ve plânsız yapılaşmanın önüne geçebilir miydik? Ya da Mimar Sinan’ın Süleymâniye Câmii ya da Selimiye Câmii’ndeki ustalığı ve dehâsını özümseyebilseydik, onun eserlerinin kötü birer kopyası olan câmiler yapmak yerine, Cumhuriyet dönemi ulusal bir câmi mimarisi ekolü geliştirebilir miydik?

MENKIBE KAHRAMANLIĞI

Başarıları tek bir kişiye yükleme ve başarıyı sâdece askerî alanlarda aradığımız için o kişileri yüceltiyor ama yeni başarıları kazanacak kişileri yetiştirmekte zorlanıyoruz. Edebiyatçılarımızı anma geceleri yapıyoruz, onlar adına ödüller dağıtıyoruz. Ama ne yeni bir Necip Fâzıl, ne yeni bir Sezai Karakoç, ne yeni bir Nâzım Hikmet, ne yeni bir Câhit Arf çıkartamıyoruz. Teselli olarak değeri her gün azalan paramızın üzerine resimlerini basıyoruz.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...