Çaycılar ve Kahveciler
Bazı tercihler vardır; yalnızca damak zevki değil, karakter ipuçları da verir. Çay mı, kahve mi? Masum görünen bu soru, aslında bir yaşam ritmini ele verir. Çünkü çay ve kahve, sadece içecek değil; birer alışkanlık, hatta küçük birer dünya görüşüdür.
Çay, Doğu’nun sabrını taşır içinde. Demlenmeyi bekler, aceleyi sevmez. O yüzden çaycılar genellikle sohbet insanıdır. Çay, yalnız içilmez; muhabbet ister. İnce belli bardakta yudumlanırken söz uzar, zaman gevşer. Çay sevenler için önemli olan anın kendisidir. Bir bardak daha eklenir, konu değişir ama masa dağılmaz.
Kahve ise daha bireyseldir. Batı’nın ve Güney’in hızlı adımlarını taşır. Bir fincanda yoğunlaşır, kısa sürede etki eder. Kahveciler çoğu zaman düşünmeyi, odaklanmayı sever. Kahve içilirken sessizlik yadırganmaz; hatta bazen tercih edilir. Kahve, zihni uyandırır; çay ise kalbi dinlendirir.
Ama bu iki grubun ortak noktası da az değildir. İkisi de bir molanın bahanesidir. İkisi de yorgunluğun arasına konan küçük bir virgül gibidir. Çay da kahve de “bir dur” der hayata. Yoğunlukta nefes aldırır, yalnızlıkta eşlik eder.
Geçmişlerine baktığımızda da benzer bir yolculuk görürüz. Çay, Çin’den başlayıp İpek Yolu’yla dünyaya yayılır. Osmanlı’da geç tanınsa da kısa sürede kültürün merkezine oturur. Bugün bizde çay, misafirperverliğin sessiz dilidir. Sormadan konur masaya.
Kahve ise Etiyopya’dan çıkar, Yemen’de pişer, Osmanlı’da pişirilme usulüyle kimlik kazanır. Öyle ki “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözü, kahvenin sadece tadını değil, hatıra yükünü de anlatır. Kahve, hafızayla dosttur.
Belki de asıl mesele çay mı kahve mi değil. Asıl mesele, hayatı nasıl yaşadığımızdır. Yavaşça demlenerek mi, yoksa yoğun bir anda mı?
Ve bazen insan, çaycıyken kahve ister. Çünkü ruh halleri değişir, ama masa hep aynıdır.