İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

PİŞMANLIĞIM

YAYINLAMA:

Uzayan polemikten hoşlanmam. Okuru sıkar, tarafları hırçınlaştırır, bilgi kirliliklerini artırarak kamuoyunun kafasını bulandırır. Ancak -nadiren- ona yansıtılması gerekli gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açtığı da olur. Şimdi öyle bir durum karşısındayım. Benim kanıtlarla açıkladığım gerçekler yüzünden koltuğunun tehlikeye düşebileceğini gören entrika uzmanı genel müdür çok yönlü bir kampanya tezgâhladı. Tetikçilerinden muhabir hanım tam gazete sayfasına yayılan curnal yazısının sonunu şöyle getirmiş: “Erduran tarafını seçmiş görünüyor.” Neymiş o taraf? Yanıt yazının başlığında: “Devletin tarafında”. Hanım karıştırıyor. Demek istediği “iktidar partisinin tarafında”. Beyaz kesimin ağzıyla daha açık söylenirse, “Tayyipçi” diyor… Peki, gerçek ne?

Ben Türk alt ve orta sınıfının yanındayım. Kimin devreye girmesiyle gerçekleşirse gerçekleşsin, onları güçlendirerek önlerini açan her gelişme makbulüm. Gençliğimde sorulsa, “İşçi sınıfının yanındayım” derdim. Sonra somut gelişmelerle yüzleşirken gördüm ki o biraz havada kalan bir slogan. Kimin tarafındayım? Kimsenin! Ben “tarafta” değil, kendi bağımsız yolumdayım. Herkese “tuhaf” görünmem de ondan. “Tayyipçiliğe” gelince… Cumhurbaşkanımızı İstanbul Belediye Başkanı iken tanıdım. Yalnız söylediklerine değil, tutumuna baktım. İddia edildiği gibi diktatör ruhlu falan olmadığını gördüm. Çok yazdım: Zaten istese de “Hitler” olamaz. Çünkü ordunun yüzde yüz desteği sağlanmadan diktatörlük kurulamaz.

İktidar partisi altta kalanlara el uzatıp onların para, sağlık, eğitim durumlarına olumlu katkılar sağladıkça, bravo. Ters yola girip onlara herhangi bir yönden zarar verenler olursa, yuh. Yararlı işler yaparken kendi ceplerini de dolduran becerikli açıkgözler yok mudur? Vardır elbette. Her yerde vardır. Amerika’yı Amerika yapanlar da öyleleridir. Yasa dışına kaymış yolsuzlukların peşini bırakmamak basının işlevlerinden biri. İç kavgalardan vakit ayırıp o göstersin kendini.

Tetikçi hanım basınla bir söyleşide en büyük pişmanlığım sorulunca dile getirilmiş şu yanıta takmış: “Babamın bana bıraktığı büyük serveti Türkiye Komünist Partisi için harcamak”. (Yalnız miras kalanı değil, kendi kazandıklarımı da). Bunu çok yadırgadığına göre, sorayım: “Siz o partiye kaç lira katkıda bulundunuz, hanım kızım?” Efendim, TKP diye ciddiye alınacak bir güç hiçbir zaman olmadı. Olamaz da. Çünkü ona yetki verecek emekçi sınıfının ülkemizde güçlenip bilinçlenmesine vakit olmadı. Kendilerini o hayaletin yöneticiliğine atayan kişiler arasından yalnız safdiller değil, hainler de çıktı.

Moskova’daki -gerçek komünistlerin düşmanı, çift yüzlü “parti başkanı”- Laz İsmail’den fetva alarak arkadaşlarını polise gammazladılar, gençleri “fişlenip emrimize girsinler” diye felakete ittiler, türlü rezillikler yaptılar. Vedat Ali kitabında yazdı: “Partiye” armağan edilen pırlantaları bir “yönetici” kendi metresine vermiş. Dahası var mı? Bugünkü aklım olsa, elime geçen parayı yine ülkeme hayırlı gördüğüm kurumlara verirdim. Ama gerçekten işe yarayacak olanlara. Örneğin, zar zor geçinen Devlet Tiyatroları sanatçıları yardımlaşma sandığına!

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...