İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

SALTANAT ZAMKI

YAYINLAMA:

Japonları severim. Samuray ruhlu, dayanıklı, üstlerine varılmadıkça sakin ve nazik insanlardır. Ülkelerinde bulundum, dostlar edindim; Japon “nişanlım” oldu. Gözlerim hafifçe çekik diye okulda adım Jap idi. Yani o milletle hayli haşir neşirliğim var. Dünya Savaşının yeni sona ermiş, Missouri zırhlısında General MacArthur imzasıyla ateşkes ilanının üstünden pek az vakit geçmiş olduğu günlerde Tokyo sokaklarında dolaşırken durumum tuhaftı. Kore tugayımız bir Amerikan tümenine bağlı olduğundan, üstümde o ülkenin subay üniformasını taşıyordum. Gören Japonların gözünde, kısa süre önce iki kentlerine atom bombası atmış can düşmanları devletin askeriydim. Nefretle bakıyorlardı bana. Ama tanışırsak, Türk olduğumu öğrenince tavırları değişiveriyordu.

Kimilerindeki sempati Osmanlı dönemimizde başlatılan yakınlaşmadan kalmaydı (bugünlerde gündeme gelen Ertuğrul yatımızı hatırlayın). Bir de, Batılılaşma yolunda ama Batı emperyalizmine karşı olma diyebileceğimiz ortak özelliğimiz hesaba katılmalı. Atomzede Japonların sonraki yıllarda da yemedikleri kader darbesi kalmadı: depremler, yanardağ patlamaları, tsunamiler, kendi nükleer santrallerini su basmasıyla yayılan radyasyon felaketi… Dedim ya, dayanıklı insanlar. Yakınmadan göğüslediler hepsini. Ekonomileri herkesinki gibi iniş çıkış gösterdi; müthiş disiplinleri sayesinde onu en üst basamaklardan indirmediler. Kendilerini “temelde dertsiz ulus” sayarak yaşadılar bugünlere kadar. Ama 8 Ağustos günü perişan oldular. Feci sorun karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlar şimdi. Efendim, Japonya bir imparatorluk. Başta da sevimli ve çok sevilen hükümdar Akihito var. Majestenin aklına nereden estiyse esti, 8 Ağustos sabahı televizyona çıkıp ülkeyi şoka sokan bir açıklama yaptı:

“Ben 82 yaşındayım. Kondisyonum yavaş yavaş bozulmakta. Yakında tahtı bırakmayı düşünüyorum.” Şimdi siz “Bunda şokluk ne var?” diyebilirsiniz. “Yaşlı adam gitmek istiyorsa gider. Yerine veliaht gelir.” Orada öyle değil işler. Anayasa “İmparator ölene kadar saltanat sürer” diyor. Sayın Akihito’nun muradına ermesi parlamentonun yeni anayasa yapmasına bağlı. Onun da ne kolay olduğunu biz Türkler çok iyi biliriz. Başlıca zorluk başını Başbakan Abe’nin çektiği bir kesimin anayasayı barışçı olmaktan çıkarıp Japon silahlı kuvvetlerinin yurt dışında görev yapmasına izin verir hale getirmek istemesi. Nüfusun atom bombalarını unutamayan kesimi ise öyle bir şeyin lafını duyar duymaz sokaklara dökülüyor. Şimdi anayasa değişikliği gündeme gelirse kıyamet kopacak yine. Ama kopacak kıyametin daha da beter bir nedeni var. Anayasa veliahtın erkek olmasını şart koşuyor. Japon kadınları buna ateş püskürüyorlar. Yalnız feministler değil. Yumuşak başlı davranmakla ünlü, Butterfly görünüşlü bütün hemcinsleri.

Erkeklerinin samuray ruhlu olduğunu söyledim ya. Düşünün, bu ne kadar maço demek. Eşinin sözünden çıkamayan, evde bulaşık yıkayan bir kılıbık samuray getirebilir misiniz gözünüzün önüne? Saltanattan kurtulmak için tutturan sayın Akihito’nun ülkesinde, insan topluluklarında görülebilecek en çözümsüz çatışma gündemde: Kadın-erkek karşıtlığı. Tek çare hükümdarı tahttan uzaklaştırabilecek bir seçim sistemi. O da bizde var; Japon dostlarımızda yok. Seçimsiz de olabilir tabii. Bizde yapıldı. Ancak bir Mustafa Kemal gerektiriyor. O ise vaktiyle bizde vardı; 78 yıldır başka kimsede yok.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...