İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

MUZ KUTUSUNDAN SAHAFLAR YAPMAK

YAYINLAMA:

Bu benzetmeyi Ahmet Uluçay’dan ödünç aldım. Kendisinin Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapma isminde bir filmi var. Hayatı da Anadolu’nun ortasında imkansızlıklar içinde hayallerini bindirecek gemi aramakla geçti. Şükür ki kısıtlı da olsa yaşarken onurlandırılan isimlerden biri oldu. Film için karamsar, pesimist bir yaklaşım şunu söyler: Karpuz kabuğundan gemiler yaparsan çabuk inersin. Diğer iyimser, optimist yaklaşım ise şöyle: Hayallerin varsa karpuz kabuğundan gemiler bile onları taşır. Hangisine itimat edeceğiniz size kalmış. Uzun vadede hepimiz öleceğimiz için aynı yere giden iki ayrı yol. Muz kutusunun hikayesini mi anlatacağım size? Evet. Ama önce muzun önemi hakkında birkaç kelam edelim. Muz cumhuriyeti diye bir tanım vardır. Siyasi olarak istikrarsız ülkeleri tanımlar. Ekonomisi muza dayalı ülkelerde tekel olan Amerikan şirketleri işlerine gelen yönetimleri seçtirebilmek için darbe dahil türlü desiselere başvururmuş. İşte bize kutular içinde gelen muzların üzerine yapışmış böyle kötü bir yazgı var.

Gelelim muz kutusuna. Muz kutusunun hikayesi ile muzların hikayesi yapışıktır. Ama bir muz kutusunun serüveni muzdan daha fazla sürer. Yeni Şafak’ta İsmail Kılıçarslan’ın pazar günkü Şırınga ismindeki yazısını okurken beynime mıhlandı bu düşünce. Kılıçarslan, hikayesini anlatırken sahaftaki muz kutularını bir detay olarak geçiriyordu. Aylar önce Saudi Aramco dergisinin Saraybosna kuşatması için yazdığı hikaye aklıma geldi. Saraybosna’da savaş zamanında, bombardıman altında kitapları kurtarmak için muz kolileri yardıma koşmuş. Ani gelişen felakette dünyanın öte yanından gelen muzları taşımak için gelen kutular hayatlarının ikinci kısmını kitap kolisi olarak yaşamaya başlamışlar. Bunu da iki şekilde değerlendirmemiz mümkün: Kitaplar tıpkı muzlar gibi yersiz yurtsuzdur ve sığınabilecekleri tek yer bir muz kutusudur. Evet, bu gerçektir.

Diğer yüzü ise şudur: Ana yollar tükendiğinde daima bir patika açılır. Umutsuzluğun ortasında daima bir umut vardır. Çaresizliğin ortasında daima bir çare vardır. İsmail Kılıçarslan’ın yazısını okuduktan sonra kendisine Muz Kutusu Sahaf’ı kurmayı teklif ettim. Batıracak kadar para olduğu gün iyi bir macera olabilir. Sadece muz kutularından oluşan sıcacık bir sahaf. Acıkınca da bazen muz yenilebilir. Küreselleşme ve kültür işte böyle bir şey. Binlerce kilometre öteden bir gemiye bindirilen muzların sığınağı kitapların yeni yurdu olabilir. Hatta onları ateş hattından kaçıran bir ambulans olabilir.

Ülkemize gönderilen yabancı kavramlar da işte yenilip bitirildikten sonra yepyeni anlamlar taşıyabiliyor. Yine binlerce kilometre uzaktan gönderilen özgürlük ve demokrasi kavramları içi boşaltıldığı için bir camiinin minaresinden vatandaşlara diriliş salası olarak seslenebiliyor. Evet, yapmamız gereken karpuz kabuğundan gemiler yapmayı sürdürmektir. Muz kutularından sahaflar düşlemeyi sürdürmektir. Bayrakları sırtımıza geçirip abideleşmeyi bilmektir. O zaman normal insanların içinden kahramanlar çıkacak, o zaman bitti denilen yerde yeniden başlayacak enerji bulunacaktır. Muz cumhuriyeti yapmak isteyenlere geçit vermeyelim, gerisi kolay.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...