İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​BİRAZ DA BİZ SUSALIM

YAYINLAMA:

Nasrettin Hoca ile merhametsiz ev sahibi arasında geçen diyaloğu biliyorsunuzdur. Hoşafı höpürdete höpürdete içen görgüsüz ev sahibi Hoca’yı sinirlendirir. Hoca her kaşıktan sonra hoşafı övüp “öldüm ne güzelmiş” diyen ev sahibine, “ver şu kaşığı da biraz da biz ölelim” der.

Erdal Tosun rahmetli oldu. Bir Demet Tiyatro’da çok konuşan küçük mafya lideriydi. O kadar çok konuşur ve her şeyi o kadar iyi bilirdi ki. Yıllar geçti. Yılmaz Erdoğan’ın başka bir filminde neredeyse hiç konuşmayan karaktere dönüştü. Ağzından kelime çıkmıyordu. Üzeyir’di karakterinin adı. Niye konuşmadığını soran başrol oyuncularından birine “Çok konuştum bir faydasını görmedim. Susuyorum.” diyecekti. Konuşmanın fayda etmediği dönemlerden geçiyoruz.

Sussak gönül razı değil, yazıyoruz.

Ama içimizden geçiriyoruz. Biraz da biz sussak, biraz da biz sussak...

Konuşurken incitiyoruz çok kişiyi. Belki bu kadar hevesli olmasak konuşmaya başka şeylere fırsat bulabileceğiz. Bu kadar konuşmaya hevesli olmasak ağzımızdan daha anlamlı kelimeler çıkacak belki.

Biraz da biz sussak fena olmayacak belki.

Belki hepimiz biraz susmayı denesek daha iyi olacak.

Sussak, dinlemeyi öğrenmeye başlayacağız belki. Dinlersek anlamayı.

Sadece duyduğumuz şeyler var. Mesela bir yurtta hayatını kaybeden kız çocukları, duyuyoruz, ölümün başladığı yerde susmanın konuşmaktan daha anlamlı olabileceğini, biraz sükunetin bizi bilgeleştirebileceğini aklımıza getirmiyoruz.

Öfkemizi kuşanıp konuşmaya başlıyoruz. Kelimeleri kurşun olarak kullanıyoruz.

Biraz da biz sussak, belki daha iyi olacak.

Öfkenin geldiği yerden merhametin gittiğini unutuyoruz. İşlevsiz acıları acıdan saymıyoruz. Tercih edilen sahte öfkeleri insanlık olarak kabul ettirmeye çalışıyoruz.

Tüm kavramların içini boşaltıp, acıları anlamsızlaştırıyoruz. Sonraki duyarlılıkları kuşanıncaya kadar son moda budur diye, çıplak kalmayalım diye sahte öfkeleri çıkarmıyoruz.

Biraz sussak, biraz dinlemeyi öğrensek belki başka birisi olabiliriz. Başka birisi olduğumuzda belki dünya da başka bir yer olabilecek. Bunu hiç düşünmüyoruz. Ekranlarda, gazetelerde endüstriyel öfkelerle kendimizi kandırıyoruz.

Dünyanın bizim öfkemiz olmadan dönmeyeceğini mi sanıyoruz?

Sanıyorum, yanılıyoruz.

Acılar birbiri ardına geçip giderken, hayatın bizi bizden kopardığını, asli görevlerimizi unutturan bir çaresizlik pompaladığını hissedebiliyorum.

Ne yapmamız gerektiği konusunda emin olmasam da, biraz daha az konuşursak daha iyi iletişim kurabileceğimizi düşünüyorum.

Biraz sessizlik belki hepimiz için sağaltıcı bir süreç olacak.

Çocukken oynadığımız “akşam eli” oyunundaki gibi son sözü söyleme iştahına düşmesek belki daha iyi insanlar olabileceğiz. Az konuşmanın daha bereketli olabileceğini o zaman daha iyi anlayabileceğiz.

Sözlere ihtiyacımız var. Ama sözlerin özünü bulabilmesi için sükunete de ihtiyacımız var. Kimsenin bir diğerini dinlemediği bu dünyada biraz da biz sussak belki daha iyi bir dünyaya ulaşabiliriz.

Sözlerle sağlayamadığımız iletişimi belki de suskunluk getirir bize.

Kendi ölümümüz gelmeden, ebedi sessizliğimizle buluşmadan biraz da biz sussak. Ne dersiniz?


Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...