İstanbul
Parçalı bulutlu
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​AVRASYA TÜNELİ SOSYOKAPİTALİST Mİ?

YAYINLAMA:

Bizim kuşağımız üst geçide hasret yaşadı. Bırakın alt geçidi. İstanbul’un büyümesi beraberinde siyasi bir çekişmeyi de getirdi. Sağcılar ve solcular farklı taraflara savruldu.

Birinci Köprü, yani 15 Temmuz Şehitler Köprüsü yapıldığındaki tantanayı hatırlayın. Köprüyü yaptırtan Demirel açılışa bile çağrılmamıştı. Solcular yapımına karşı çıktı. Nedeni ise bu para ile Türkiye’nin başka yerine başka şeyler yapılabilecek olmasıydı. Onun için kalkıp Zap Suyu’na kendileri köprü yaptılar. Zap Suyu’na eğer gerekiyorsa köprü yapılmalıydı. Sanki aynı şeymiş gibi, sanki İstanbullular bu ülke vatandaşı değilmiş gibi davranmanın ne alemi vardı. “İkisi birden yapılsın”demek kimsenin aklına gelmemişti.

Evet sonraları köprülere karşı çıkanların belki tutarlı bir görüşü vardı. Maalesef köprü için açılan yollar yapılaşmayı teşvik ediyordu. Kent yeşil alanın sürekli azaldığı bir bölge haline geliyordu. Ama “Yeşil alan yok olmasın” demek başkaydı, “Köprü yapmayın” demek başka. Yine “Hem köprü yapın, hem de yeşili koruyun” denmeliydi. Denemedi. Çünkü ideoloji kentli olma bilincinin önündeydi.

Sonrasında aynı köprü satarım-sattırmam kavgasına şahitlik etti. Özal “satarım” diyordu, karşısındakiler ise “Sattırmam” sonunda köprünün kar payından hisse satıldı da orta yol bulundu. Acaba o hisseler ne oldu? Hala para kazanan var mıdır?

İkinci köprü, hele hele üçüncü köprü için koparılan fırtınalar daha taze anılar.

Anlatmak istediğim o zamanlar solcular köprü “yaptırmam” diye haykırırken, savundukları bir diğer düşünce ise köprü değil, demiryolu yapılmasıydı. Onlara göre denizin altından demiryolu geçirilmeliydi. Karayolu kapitalizmin, demiryolu ise onlara göre sosyalizmin simgesiydi. Ama bundan ne karayolunun ne de demiryolunun haberi vardı tabii ki.

Kaderin garip tecellisi denizin altından demiryolu geçiren bir sağ iktidar oldu.

Konu Avrasya Tüneli’nden açıldı, köprülere daldık. Temelinde hepsi boğaz geçişi. Ama sonunda biraz ironi ile eğer denizin üzerinden geçen köprü kapitalist, altından geçen demiryolu sosyalist ise denizin altından geçen karayolu sosyokapitalist olmalı.

Avrasya Tüneli tam anlamıyla İstanbul için bir bypass niteliğinde. Çünkü hayati organlar (Burada bu organlar semtler oluyor tabii ki) arasında adeta kan dolaşımını sağlıyor. Belki gün gelecek daha büyük, daha uzun tüneller, köprüler göreceğiz.

İstanbul’un büyüme hızı dikkate alındığında bu hiç de şaşırtıcı olmaz.

Burak Yılmaz şımarıklık yapmış

Bir tarafta senede 8 milyon euro kazanan bir futbolcu, diğer tarafta onun bir ayda kazandığı parayı tüm ömür boyu, kendisi, oğlu ve torunu bile çalışsa kazanamayacak bir otobüs şoförü.

Bir tarafta milyonların tanıdığı, alkışladığı bir futbolcu, diğer tarafta günde 12 saat İstanbul’un adım adım trafiğinde, adım adım otobüs kullanan bir şoför. Bir emekçi.

Orantısız gücün daha güzel bir tanımlaması var mı?

Otobüs durağına çekilen araç 300 bin euro değerinde bir SUV. O yüzden otobüs durağa yanaşamıyor.

Tam otobüs geldiğinde ise kameradan Burak Yılmaz’ın aracının başında olduğu görülüyor. Belli ki şoför tepki gösteriyor.

Onbinlerce kişinin önünde gerekirse küfür yemeye alışık olan Burak Yılmaz, inanılmaz bir derecede sinirleniyor. Kendisini engellemek isteyen yaşlı bir yolcuyu da silkeleyerek aşıp otobüsün içine giriveriyor. Belli ki şoför ile yüzyüze tartışacak. Belki de vuracak.

Derken şoför sol yayına eğilip bir sopa çıkarıyor. Burak Yılmaz sopayı görür görmez tornistan. Kendini güçlükle düşercesine dışarı atıyor. Ama hırsı geçmemiş. Otobüsün önünde bağırıp çağırıyor. Güçlükle tutuyorlar. İnternette kısa bir arama ile görüntüleri bulabilirsiniz.

Açıkçası Türkiye’de sokaktan çevirip 100 kişiye sorsanız, eğer birinin adı Burak Yılmaz değilse 100’ü de “Şoför haklı arkadaş” der.

Maalesef yapılan şey şımarıklık. Aracını kim otobüs durağının önüne park ederse etsin. İsten sen, ister vale. Eğer aracın orada duruyorsa haksızsın arkadaş. Biri uyardığında ise hem vatandaş, hem de ünlü futbolcu Burak Yılmaz olarak yapman gereken elini hafifçe kaldırıp özür dilemektir. Bunun dışındaki her tavır şımarıklıktır.

Şimdi de otobüs şoförünün görevden alınması, hatta lisansının iptal edilmesi söz konusuymuş. Bu işle görevli kim varsa bilsin ki, şoför yüz kere, bin kere haklıdır. Bu nedenle bir emekçi ekmeğinden edilirse bunun vebali onların üzerinedir.


Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...