İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​SESSİZ VE TEPKİSİZ! NEREDEYSE DÜŞMANCA?

YAYINLAMA:

27 Mayıs 1960 sonrası Kraliçe II. Elizabeth Tahran tarikiyle geldiği Esenboğa havalimanında Org. Cemal Gürsel ile 50 dakika süresince görüşerek, Charles de Gaulle, Kennedy, Adenauer, Muhammed Eyüp Han, Muhammed Reza Pehlevi ve diğerleri de bir şekilde antidemokratik uygulamaların sonlandırılması ve 1961 idamlarının infazının yapılmaması için rica ve talepte bulundular! 12 Mart 1971 müdahalesine de karşı çıkıldı. Bilhassa 12 Eylül 1980 sonrasında ise orta Avrupa genelinde darbe yönetimlerine karşı belirli yaptırımlar devreye sokuldu ve hatta Avrupa konseyi vekaleti ile bazı saygın hukukçular siyasi davaları gözlemci statüsünde izlemek üzere Ülkeye geldiler ki bu ve benzeri tutumlar insan haklarına saygılı demokrat felsefenin doğumuna sahip olduğunu her daim beyan etmiş olan bu cenah için olağan bir davranış biçimidir. Hatta Avrupa’dan tedarik edilen ve bugün itibarıyla yılda yüz milyarlarca dolara tekabül eden, Türk ekonomisinin dönmesi için gerekli kaynakların hemen tamamı kısıtlandı ve laik konsey vehhabi mezhebi yönetimindeki ülkelerden finansal ihtiyacı tedarik durumunda kaldı. Sonraları, çıkarlarından dolayı bazı etkileşimlerde kalmış olabilirler fakat son tahlilde duruşlarının gereğini bir nebzede olsa yerine getirilmeye çalışıldığı dönemlerdir. Şunu da hatırlamak gerekir ki 12 Mart sonrası yönetimin, şüpheli Efraim Elrom suikasti dışında pek cinayete karışmamış siyasi faaliyetteki birkaç gençlik örgütü üzerinden silindir gibi geçmesine, üç kişinin idam edilerek infazını gerçekleştirmesinin yanı sıra sonuçta toplumda 1960 sonrası ekilmeye başlanan kin tohumlarını pekiştiren uygulamalara rağmen o dönem Başkentte faaliyete bulunan ve üyelerinden birisinin bu gün İmralı adasında cezasını çekmekte olan devrimci doğu kültür ocakları ile ilgili bazı soruşturmalar haricinde pek önemsenmemesi yanı sıra bu kesimde var olan oluşumların aralarında bir çatışma ortamının sağlandığı bilinmektedir. 1970‘li yılların ikinci yarısında Orta Avrupa Devletlerinin Türkiye’nin hangi yöresindeki, hangi mağarada ne kadar silah depo edildiğini bildikleri Toplumumuzun ise ancak 1984 Eruh olayından sonra vahametten haberdar olduğu acı bir gerçektir.

28 Şubat müdahalesine ise, maatteessüf bugün Türkiye’nin pek hayrına olmadığı belirtilen gümrük birliği anlaşması münasebetiyle sarf edilmiş olan “Türkiye’ye irtica geliyor“ söylemi sebebiyle mi, yoksa başka nedenlerden mi? Avrupa cenahından pek bir tepki verilmemiş olması anlaşılamamıştır. Daha geçmiş dönemler darbecileri yargılanamamış iken ve darbe dönemlerinde yapılan uygulamaların, hatta Osmanlı da asırlar boyu masuniyet içerisinde yaşamış gayrimüslim vatandaşların Cumhuriyetin bu dönemlerinde arkalarında tüm mallarını bırakarak Ülkeyi ani terk mecburiyetlerinin dahi sorgulanamamış olmasına ve büyük manevi yükleri hep diğer nesillerin üzerlerine bırakır iken bu kez yine sivil idareye karşı rezil bir müdahale girişimine maruz kalındı.

2016 yılı Temmuz’unun 15’ine geldiğimizde, yine milli hazinenin imkanları ile teslim edilmiş savaş makinalarının milletin fertlerini yok etmek amacıyla topluma karşı kullanıldığına şahit olduk. Sonuçta yapan belli, yaptıran belli. Fakat bu kez demokratik Orta Avrupa’dan darbeye karşı hiçbir tepki söz konusu olamadı ve tam bir sessizlik. Aksine, milletine, vatanına ve sivil idareye karşı, hiçbir ideolojik neden olmaksızın salt iktidar hırsıyla saldıran oluşumun unsurlarının saklanıp kollanması tercihi bariz tarafgir bir davranıştır ve 12 Eylül sonrası askeri darbe idaresine karşı “demokratik” tutum ile hiçbir benzerliği de yoktur. Sessizlik ve tepkisizliğin izahı da herhalde bu olsa gerek.

Son tahlilde, artık Almanya’nın hegemonyası altına giren Orta Avrupa siyasetinin Ülkemize saldırılara karşı bırakınız sessizlik ve tepkisizliğinin hatta neredeyse artarak düşmanlığa varan tutumunun Irkçılık karşıtlarının ırkçılığa yakın hisleri ve ya rekabetten öte daha derin sebeplerinin olduğu muhakkaktır.

Bu güncel durum Bize; Birinci Dünya Harbi sonunda Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından bütün imkansızlıklara rağmen kurulan ve komutasına kardeşi Nuri Paşanın tayin edildiği Kafkas İslam Ordusunun Bolşevik–Ermeni ve İngilizlerin işgalindeki Bakü’nün çetin muharebeler neticesi Ekim 1918’de kurtarılması zaferiyle ve Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulmasıyla neticelenen harekatlar esnasında müttefikimiz Almanya’nın engelleme çabaları ve hatta Kafkasya’da ki birliklerinin dünya harbine sebep en büyük düşmanları İngilizler ile birlikte ordumuza karşı harekata geçmiş oldukları günleri hatırlatıyor.


Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...