İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

DÜNYANIN ENSTRÜMANI

YAYINLAMA:

Kurulan bir oyunu, şımarıklığı sebebiyle bozmaya çalışan bir çocuğun, arkasından fırlattığım taş ile başını yaraladığım o gün, evime, sığınağıma kaçmıştım. Evimizdeki konukların arasında, kendimi daha bir güvende hissederek, koltuğun hemen yanından iliştiğim mandolin ile ses yapmadan oyalanıyorken kapı çaldı. Başını yaraladığım çocuk, annesi ile birlikte beni babama şikayet ediyordu. Babam, sakin tavırları ile çocuğun başını pansuman yaparak evlerine göndermişti. Yüreğimin hızlı çarptığı o sıralarda ben, mandolinin mandallarını, hırsla sıkmakla meşguldüm. Penayı, gereğinden fazla gerdiğim tellere vurduğum an, mandolin ikiye bölünmüştü. Bugün dahi hissedebildiğim bir acı ile, o dönemde zorunlu olarak öğretilen blok flüte mahkum edilmiştim. Mandolin ile geçirdiğim son günümde, üst üste gelen yaramazlıklarımın bedelini mi ödedim bilemem ama bir enstrümanın hayatımdan çıkmasına çok üzülmüştüm.

Bugünlerde, İstanbul sokaklarındaki neş’enin, evlere taşındığı bir oluşum var. Musıki aracılığı ile bir araya gelen bir grup müzikseverin, eski geleneklerimizi yaşatırken yaşadığı evler var: Üstadlar, icra edenler, dinleyenler, eşlik edenler ile yaşanan birlik hali. Bu defa Üsküdar sokaklarında bir eve konuk oldum. Öyle bir ev ki, kapı açılıp da buyur edildiğinden itibaren, duvarlarına bakmaktan salona ilerleyemiyorsunuz. Bir eve sığdırılmış “Dünya’nın Enstrümanı”!

Gözlerimle duvarlarda, önce küçük bir boşluk aradım. Pek de başarılı olamadığım bu arayıştan vaz geçtim. Birbirlerine yaslanmış, dünyanın her yerinden gelen enstrümanlar ile sohbet etmeye koyulmak daha zevkli geldi. Özlemle inledikleri şarkıları kulağıma fısıldadılar, ellerinden doğdukları ustalarını yad ettiler, her kuşaktan sahiplerini hatırladılar, icracılarının bedenleri ile bir olurken nasıl hoşnut olduklarından bahsettiler, yeni öğrenenlerin ellerinde çıkardıkları seslere kıkırdadılar, kenarda bırakıldıklarında, üzerlerine düşen hüzünlerinde eğildiler, bir çocuğun eline düştüklerinde, incinmekten daha çok sevindiklerinden söz ettiler, tellerinin üzerinde gezinen parmakların, aradığı sesleri bulduğundaki sevince, nasıl ortak olduklarından bahsettiler, eksiklerinin giderilmesinde zamanın gerisinde kalanlar, onarılamayacaklarından korktuklarını söylediler, minyatür olanlar fark edilebilmek için oldukça gayretlendiler, ait oldukları ülkelerden çok uzaklarda olanlar, artık icra edilemeyeceklerini düşündüklerinden hüzünlendiler. Ve birden hepsi coşkuyla bağırışmaya başladı:

“Üzülme çocuk! Biz bir arada olduğumuz için çok mutluyuz!

Gülümsedim. Mandolin ile yaşadığım anımı anlattım. Gülüştüler.

“Sen bize sakın dokunma” dediler.

Ayrı evlerden, ayrı hayatlardan gelen güzel insanlar ile birlikte şarkılar söyledik. Duvarlarda, hoşnut halleriyle tüm enstrümanlar, bizi sessizce dinledi. Bazıları ise üstadların ellerinde, coştukça coştu.

Musıkiye dair herşey, bir aradaydı. İnsan sesi ve ruhu, enstrüman sesi ve ruhu ile bir bütün olmuştu. Yükselen sesler, semaya yolculuk halinde iken birbirine gülümseyen yüzler arasında olmaktan çok mutluydum.

Dünün mandolin hikayesine, bugün, Klasik Kemençe’yi eklediğime sevindim!

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...