İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

YENİ BAŞKA, ÖZORYANTALİST BAŞKA 

YAYINLAMA:

Bugüne değin, düşünülmemiş, görülmemiş, yaşanmamış, gösterilmemiş, söylenmemiş,

anlamı taşır…

Mesela;

“daha öncekinden faklı olan” için de yeni diyebiliriz, “ilk defa kullanılan” bir eşya için de yeni diyebiliriz…

Tanınmayan, bilinmeyen anlamı da vardır.

“Oluşunun üzerinden çok zaman geçmemiş şey-şeyler” yenidir…

Şüphesiz; eskinin değerli olması için zemin hazırlar…

Lakin ‘yeni’ referansını hep ‘eski’den alır…

O halde bir süreç ve bir el değişiminin en son halkası ‘yeni’ değil midir?

Su götürmez…

Peki, şu kültür ve sanat kavramının ‘yeni’den çektiği ızdırap nedir!

Sanatın ya da üretimin ‘yeni’ telaşesi…

Geçen günlerde, bir çağdaş sanat meraklısı, sergi salonundaki kuyu enstalasyonun içine düştü…

Bu kadar merak da iyi değil galiba… ‘Yeni’ insanları heyecanlandırıyor mu?

Ülkemizde bu heyecan hiç bitmiyor…

Kabul edelim hepsi birer yeniden üretim…

Şekil değiştirmiş, el değiştirmiş, eleştirmen, yorumcu, alan değiştirmiş alanlar...

Kendi rüştünün ispatı için tüm aygıtları kullanır ‘yeni’ dolaşıma sokulan yenilik…

Şimdi sözü, yazıdaki asıl konuya getireyim...

Ülkemizin ‘sanat’ üretimlerinde “yeni”nin “öz oryantalizmi”ne…

Şöyle ki;

Kendimizi Batı’nın gözüne sokacağız diye, türküleri senfoniyle çalmak...

Saraydan Kız Kaçırma operasını sahnelerken, dev Osmanlı tuğrasını sahnenin ortasına asmak,

Sanat tarihi konuşurken Aristoteles ve Platon’u görmezden gelmek,

Müzelerdeki tarihi eserleri kaldırıp, yerine yanarlı dönerli ekranlar koymak…

Yurt dışı temsillerinde sadece tasavvuf ve sema gösterileri ile ülkeyi resmetmek,

Resim sergilerinde yanlızca hat ve ebrudan oluşan eserleri teşhir etmek,

Ve Bach’ı yerden yere vurmanın Allaturca’yı şad ettiğini zanneden yazarlarımızla, eleştirmenlerimizle yol almak;

Bir de Ceddimizin kıymetlisi ordu müziğimizi düğünde dernekte heba etmek...

Bazı trajikomik örnekler…

Gidişat; zamanında taşraya, köylüye, halka bakışın sanata yansıdığı oryantalizmin de ötesine geçmiyor mu?

Kendi kendimizi ‘egzotikleştirmenin’ sonu gelir mi dersiniz?

Şimdi diyeceksiniz ki bunun “yeni” olmakla ne alakası var?

Ben de onu soruyorum… Tüm bu şamata “yeni” olmak, “özgün” olmak, “Milli” olmak değil;

Kendimizi nesneleştirme, dramatize etme anlamına gelir…

“Ceddimiz çok musikişinastı, sizin Suit ya da Prelude’ünüz varsa bizim de peşrevimiz var, hatta onu modernize bile edebiliyoruz” demenin bir kazancı var mı?

Peşrevi besteleyen besteciler yetiştirsek zamanının ruhunu eserine yansıtsa…

Özgün olsa,

Tiyatro oyunlarımız yazılsa,

Tarihi sömürüsüne dönüştürülen atlı kılıçlı diziler, sinema filmleri yerine özgün metinler kaleme alınsa

Müziğimiz onunla bununla kıyaslanmadan icra edilse…

Velhasıl kelam...

Starbucks’ın ardındaki kolonizasyonu görüyoruz da, derin mirasımızın seyirlik nesneye dönüştürüldüğünü neden göremiyoruz?

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...