İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

ACI EVİNİ SEÇTİ!

YAYINLAMA:

Boşuna dememişler “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” diye. Biz oturduğumuz yerden empatinin dibine vursak ne olacak? Ateş düştüğü yeri yakıyor. Hayat bizim için bir yerden sonra normale dönüyor. Yaşam öyle ya da böyle devam ediyor. İzmir yıkıldı da ne oldu? Hepimiz yandık… Ama söndük. Bir de gidip onlara soralım, sönebilmişler mi? Biraz olsun hafiflemiş mi acıları? En çok akıllarda kalan Ayda bebeğe soralım… 91 saati unutabilmiş mi? Ayda’nın babasına soralım… Annesini bir daha göremeyeceğini, kızına anlatabilmiş mi? Ayda’ya hem anne hem baba olmak onu korkutuyor mu? Ayda babasının kucağında hastaneden çıkarken fotoğrafını çekmişler. O kareyi gören birinin içinin cız etmeme ihtimali yok. Ama işte hepsi o kadar… Acı çoktan evini seçti! Ne akıttığımız gözyaşı ne de gönderilen yardımlar, o evde yanan ateşin harını azaltmaya yetecek. Hastaneden kızı kucağında çıkan o adamın önüne kırmızı halılar serin. Bando takımı ile evine kadar uğurlayın. Ayda’nın okul masraflarını şimdiden balya balya gönderin. Hiiiçç bir şey fark etmeyecek. Ta ki onlar acıları ile haşır neşir olup, gerçeğe alışana kadar… Izdırabı ile kucaklaşıp, gerçeği kabul edene kadar… Kapılarını açıp, evlerinden çıkana kadar… Lütfen o vakte kadar biraz susun! Uzaklaşın! Ve bekleyin…

Alıştım sana bir tanem!

“Bu acı beni öldürür!” dediğimiz şeylere bile alışıyoruz. Değişen hayatlara, yıkımlara, afetlere, hastalıklara hatta en olmazlara alışıyoruz. Korona gibi öldüren bir virüsün varlığına alıştık ya… Gerisini varın siz düşünün. Adı batasının ismini duymadığımız gün yok. Bakan Fahrettin Koca her gün hasta, ölü sayısını veriyor. Ama biz verilen rakamları, meteorolojiden gelmiş hava raporları gibi izliyoruz. İnsanın ölebilme ihtimaline alışması… Bunun kadar trajikomik bir durum var mı? Bu alışmışlık bize rehavet, bu rehavet de bizi adım adım ölüme götürüyor. Hoş ölmesek ne olur? En iyi ihtimalle sürünürüz. Bir an önce maskeleri tekrar burun hizasına çekelim. Eyüp Sabri önünde sıraya girelim. Ve ortalığı limon kolonyası kokusuna boğalım. Dışarıda işlerimizi halledip bir an önce evlerimize gidelim. Alışkanlıklarımız bizi ne süründürsün ne öldürsün. Sadece güldürsün!

En güzel yanlış yolum!

Belki de hatalarımızdı hayatlarımızı şekillendiren... Doğru olan şimdi ki akılı, o gün de aramamaktı. “Yanlış” dediğimiz adama aşık olmak, en “doğru” olandı. O adamdan bebek yapmaktı, dünyanın en anlamlı hareketi… Belki de o adam sebepti şerden, hayra açılacak kapılara.Tahtalara vurup istemediklerimiz, en güzel ekmek kapımızdı. Belki de türlü türlü belalardan kurtulmamız “hayır” diyeceklerimize “evet” dememizden geçiyordu. Yanlışlıkla girdiğimiz sokaktaydı hayatımızın mucizesi. En uğursuz dediğimiz rakamdı, bize büyük ikramiyeyi kazandıran. Tahtalara vurup, kınadığımız şey hayatımızın en anlamlı musibeti, dersiydi. Kim bilebilirdi “keşke”lerin, gün gelip “şükür”e dönüşeceğini... İşin aslı astarı; belki de kader dediğimiz “yanlış” dediklerimizden ibaretti.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...