İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Coğrafya kader midir?

YAYINLAMA:

Bir yanımız Avrupa kıtası bir yanımız Asya kıtası. Tam ortasında bulunan ülkemiz, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan bir köprü konumundadır. Asya'dan Avrupa'ya ulaşmak için en uygun ve basit yol Türkiye'den Avrupa'ya ulaşmaktır. Suriye, Pakistan, Afganistan ve Irak vatandaşları başta olmak üzere mülteci akınına uğramış durumdayız. Akıllara şu soru geliyor. Coğrafya kaderimiz midir?

14. Yüzyılda yaşamış, modern tarih yazımı, sosyoloji ve ekonomi biliminin öncülerinden kabul edilen Tunuslu İbn-i Haldun, 7 ciltten oluşan “Kitabül İber” adlı eserinde Dünya tarihini anlattı. “Coğrafya kaderdir” sözü üzerine yargılandı hapis yattı. Gerçekten öyle midir? Belki o yüzyılda haklılık payı vardı. Fakat günümüzde bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle coğrafya kader olmaktan çıkmıştır.

Aynı coğrafyayı paylaşan Güney Kore ve Kuzey Kore’ye bakalım. Güney Kore’de kişi başına düşen milli gelir Kuzey Kore’den 30 kat daha fazla. Bu iki ülkeyi bu kadar farklı kılan Coğrafya değil yönetim farkıdır. Güneydeki yönetim toplumsal refahı artıracak işlerle uğraşırken, Kuzeydeki yönetim kendi varlığını güçlendirip iktidarını sürdürmeye odaklanıyor. Bugün dünya devi olan Japonya örneğinde olduğu gibi. Hemen hemen hiçbir doğal kaynağı bulunmayan Japonya “coğrafya kaderdir” sözüne teslim olmak yerine bilimle teknolojiyle kendi kaderlerini kendisi çizmiş ve dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden birisi durumuna gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, coğrafyanın kader olmaması için yeniliklere ve büyük devrimlere yön vermiştir. Çevresindeki istikrarsız yapıdan kendisini soyutlamak için “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini geliştirmiş ve uzun yıllar bu ilkeye sadık kalması sonucu savaşlardan uzak durabilmiştir. Laikliği cumhuriyetin temel ilkesi olarak kabul ederek bu sayede bu coğrafyada din, mezhep, tarikat, cemaat savaşlarının getirdiği geriliklerden uzaklaşmış, bilime yönelmiştir.

Ülkelerde coğrafyayı kader kılan yönetim yapısıdır, otoritelerini ve makamlarını kaybetme kaygısıdır. Sadece coğrafya değil, aslında hiçbir şey kader değildir. Bilim, bu tür yaklaşımları kabul etmez. Bilime, gözleme ve deneye dayanır. Doğru yönetim bir ülkeyi ileri götürürken yanlış yönetim geriye götürür. Beceriksizlik, çalışmamak, yeterince mücadele etmemek ve kadere teslim olmak en kolay durumdur. Maden kazalarında, deprem, sel ve orman yangını gibi afetlerde; “işin fıtratında var” diyerek suçu kadere yükleyip üzerinden atmak en kolay yoldur. Beceriksizliğimizin, başarısızlığımızın sorumluluğu bize, yani devleti yönetenlere aittir.

Geldiğimiz noktada “kader” deyip işin içinden sıyrılmak artık bizlere sıradan bir kelime gibi geliyor. Deprem, yangın ve sel doğal afetlerdir. Fakat onca canımızın, evlerimizin, ormanlarımızın yok olması doğal bir durum olarak kader değildir. Bilim ve teknoloji öncülüğünde önlem almayan devlet idaresinin sorumluluğu ve suçudur.

Ülkemizde hukukun üstünlüğüne, gerçek demokrasiye dayalı parlamenter sisteme, açık ve şeffaf denetim mekanizmalarına, laikliğe, bilime dayalı eğitim ve öğretime ve doğru ekonomi politikalarına dayalı modele dönülmedikçe bu coğrafyanın kaderinden kurtulması mümkün değildir.
Sağlıcakla…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...