Ateşkesin gölgesinde infaz: Saleh Al Jafarawi
Filistin coğrafyasında cereyan eden trajedinin boyutları, konvansiyonel savaşın yıkımını aşan, daha karmaşık ve sinsi bir mekanizmayı işaret ediyor.
Gazze'de tesis edilen ateşkese rağmen, barışın sürdürülebilirliğini tehdit eden örtülü bir şiddet dinamiği işlemeye devam ediyor.
Filistin toprağının asırlık yarasında açan yeni acının adı: Saleh Al Jafarawi.
Filistinli gazeteci Jafarawi'nin, ateşkesin ardından gayrimeşru silahlı unsurlar tarafından şehit edilmesi bunun en son ve sarsıcı delili...
Bu olay, İsrail'in Gazze'den fiziki çekilmesine rağmen, "terör ihracı" stratejisinin vekâleten devam ettiğini gösteren çarpıcı bir vakadır.
Gazze'de ilan edilen ateşkes, Saleh Al Jafarawi'nin susturulan sesi ile paramparça oldu. Bu kısa süreli sükûnet, sadece yeni bir tuzağın perdesiydi; zira Al Jafarawi'nin yüzünde parlayan umut ışığı, ateşkesin ardındaki yerleşimci ve silahlı grupların hain pususunda söndürüldü.
Gazze'nin harabelerinde hala yankılanan bu son trajik olay, 'barış' etiketinin, bölgede devam eden zulüm ve kesintisiz tehdidi gizlemeye yetmediğini gösterdi. Ateşkesin kıymeti, bir Gazzelinin sönmüş sevinciyle ölçüldü.
Jafarawi’nin infazı, konvansiyonel savaşın soğuk enkazından çok daha sinsi, ruhun derinliklerine işleyen bir ihaneti fısıldıyor.
7 EKİM'İN COŞKUSU 9 EKİM'İN SÜKÛNETİ
Saleh Al Jafarawi, sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda halkının vicdanıydı. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın direnişini, “onurlu bir başkaldırı” olarak, kalbinin tüm coşkusuyla duyurdu dünyaya. O an, işgalin prangalarından kurtulma rüyasının ilk kıvılcımını görmüş gibiydi.
İki yıl sonra, 9 Ekim 2025 gecesi Ateşkes ilan edildi. Saleh'in yüzü, Gazze semalarına nadiren uğrayan bir güneş gibi parlıyordu. İçi içine sığmıyordu; sanki bir bayram müjdesi taşıyordu ruhu.
Sokak sokak, kapı kapı dolaştı, yorgun Gazzelilere fısıldadı: “Bitti! Nefes alma vakti!” Yüzündeki o saf, çocuksu gülümseme, barışın ne denli büyük bir lüks olduğunu haykırıyordu.
O, çok sevdiği dostu, meslektaşı Enes Şerif’in ve diğer şehit arkadaşlarının kanla bıraktığı bayrağı yere düşürmemişti. Onlar, sadece insan gibi yaşamak istemişlerdi; tarlalarda zeytin toplamak, çocuklarının kahkahalarını duymak, namazlarını huzurla kılmak...
Hiçbir "yasa dışı düşünce" ya da "terör eylemi" zihinlerinden geçmemişti. Onların tek suçu, Müslümanca sevinmek, umut etmekti.
Ama bu sevinç dahi, Siyonist zihniyetin karanlık kuyularını tehdit etti. Onların gözünde, bir Filistinlinin gülüşü, en büyük bombadan daha tehlikeliydi. Barışın filizlenmesine tahammül edemediler.
İşte bu yüzden, o sevinç dolu gece, kuytu bir köşede, sinsi bir tuzak kuruldu. Barışın müjdecisi olan Saleh, o kirli ellerin hedefi oldu. O parlayan yüzü, o umut dolu sesi, susturuldu.
Saleh Al Jafarawi bir gazeteciydi. Bir basın emekçisi. Onun şehadeti, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'nde hayatını kaybeden yüzlerce meslektaşının trajik listesine eklendi.
Çeşitli kaynaklara göre, bu tarihten itibaren İsrail saldırılarında 254'e yakın gazeteci katledildi. Bu kanlı bilanço, Gazze'nin sesinin, gerçeğin kaleminin sistematik olarak susturulmaya çalışıldığının en ürpertici delili...
Oysa uluslararası yasalar, onun dokunulmaz olduğunu haykırmalıydı! Ama ne acı ki, onun ve 250'den fazla meslektaşının şehadeti, ne uluslararası hukukun kalın duvarlarında bir çatlak oluşturdu ne de dünyanın sözde "vicdanı" olan toplumlarda bir fırtına kopardı.
Bu sessizlik, bu kayıtsızlık, bir kabul haline geldi. “Evet, bir gazeteciyi, barış sevinciyle koşan bir insanı öldürebilirsiniz. Size bir şey yapmayacağız.” Bu alçakça kabullenme, İsrail'in elini daha da güçlendirdi, zulmün metastazını Gazze'nin kalbinden tüm coğrafyaya yaydı.
Saleh'in sönmüş sevinci, bize bir ders verdi: Filistin’e gerçek bir barış, ancak bu kuytu köşe terörü durdurulduğunda, bu "mücahitlerin" yaşam hakkı uluslararası bir kalkanla korunduğunda gelecektir. Aksi halde, her ateşkes, yeni bir ihanet ve yeni bir matem getirecektir.
YERLEŞİMCİLER: ULUSLARARASI HUKUKUN TANIMLADIĞI GAYRİMEŞRU AKTÖRLER
Uluslararası platformlarda, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki İsrailli yerleşimciler "sivil İsrail vatandaşları" olarak nitelendiriliyor ve bu durum, onların eylemlerine bir meşruiyet perdesi oluyor.
Oysa hukuki ve toplumsal düzlemde bu tanımlama, ciddi bir yanılsama...
Zira bu kişiler, işgal altındaki topraklarda yerleşme eylemleriyle, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 49. maddesini açıkça ihlal ettiği için uluslararası hukuka göre işgalci konumunda yer alıyor.
Bu işgalci çetelerin, Filistinli sivillere karşı gerçekleştirdiği sistematik saldırılar, mülk gaspları, kundaklamalar ve fiziksel şiddet eylemleri, sadece suç teşkil etmekle kalmayıp, aynı zamanda gayrimeşru bir gücün terör eylemleri olarak değerlendirilmeli...
Dolayısıyla, bu aktörlere karşı alınacak önlemlerin, onların işgalci ve şiddet uygulayan unsurlar statüsü temelinde, uluslararası hukukun öngördüğü şekilde alınması elzem...
ŞİDDETİN COĞRAFİ METASTAZI: BATI ŞERİA'DAN GAZZE'YE UZANAN TEHDİT
Yerleşimci şiddetinin kökeni, uzun yıllardır Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te derinleşen ve Filistinli toplumun sosyo-ekonomik dokusunu hedef alan bir istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanıldı.
Filistinli çiftçilerin zeytinliklerinin tahrip edilmesi, evlerin zorla boşaltılması ve idari kısıtlamalar, bu şiddetin yalnızca görünen yüzü...
Ancak, bu şiddet biçimi artık coğrafi bir metastaz geçirerek Gazze'ye de sirayet etti. İsrail’in, Gazze Şeridi'nden fiziki olarak çekilmesine rağmen, vekâleten işleyen bu yeni şiddet stratejisinin bir ürünü...
Jafarawi'nin şehadeti, ilan edilen ateşkese rağmen insani güvenliğin sağlanamadığını ve uluslararası hukukun temel prensiplerinin sistemli bir şekilde ihlal edildiğini kanıtladı.
KALICI BARIŞ İÇİN GÜVENLİK VE KORUMA MEKANİZMASI ZORUNLULUĞU
Gazze'deki barışın tesisi, yalnızca siyasi müzakerelerle değil, öncelikle Filistinli halkın can güvenliğinin teminat altına alınmasıyla mümkün...
Bu bağlamda, Türkiye başta olmak üzere İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye ülkelerin özellikle de Gazze Barış Planı dahilindeki ülkelerin somut ve caydırıcı güvenlik tedbirleri geliştirmesi tarihsel bir sorumluluk...
Filistin Yönetimi altındaki tüm bölgelerin (Gazze, Batı Şeria, Doğu Kudüs) korunması amacıyla, uluslararası toplumun meşruiyetini haiz bir Koruma Gücü'nün Gazze'ye konuşlandırılması hayati önem taşıyor.
Bu koruyucu mekanizma, sadece sınır güvenliğini değil, aynı zamanda Filistinli sivilleri, gayrimeşru işgalci aktörlerin uyguladığı terör ve şiddete karşı da etkin bir şekilde muhafaza etmeli...
Yerleşimci/Çete terörü son bulmadan;
Filistin topraklarında kalıcı ve adil bir barışın inşası, ne yazık ki retorikten öteye gidemeyecek!
Ve tüm dünyanın gözleri önünde umudun soğuk ve kasıtlı infazı devam edecek!