Bir kokuya sığan geçmiş
Yoğun bir günün sonunda eve doğru yürürken, bir anda burnuma tanıdık bir koku doldu: irmik helvası. Komşumun penceresinden yayılan o sıcak, tereyağlı koku, anında zihnimin bir köşesindeki eski bir kapıyı araladı. Sanki yıllardır orada, açılmayı bekliyordu.
Canımın çekmesi bir yana, burnumun direği sızladı. Derin bir nefes aldım; o an şehrin gürültüsü, iş telaşı, yorgunluk —hepsi bir anda kayboldu. Gözlerimi kapattığımda, kendimi doğup büyüdüğüm o mütevazı evde buldum. Sobanın üzerinde fokurdayan çaydanlık, kızaran ekmek kokusu, siyah beyaz televizyonun loş ışığı… Ve etrafımda, şimdi her biri başka şehirde olan ailemin sıcak yüzleri.
Bir koku, bir anda insanı yıllar öncesine götürebiliyor. Bunun tesadüf olmadığını biliyoruz artık. Bilim insanları, beynin kokuları algıladığı anda o ana ait duyguyu da kaydettiğini söylüyor. Yani bir koku, sadece burnumuzla değil, ruhumuzla da hatırlanıyor. Belki de bu yüzden bazı kokular bizi ağlatır, bazıları gülümsetir.
Tarihte de bu bağın farkına varılmış. Büyük Türk alimlerinden İbn-i Sina ve Biruni, gül kokusunun insan ruhu üzerindeki iyileştirici etkilerini keşfetmiş ve bunu bir tedavi yöntemi olarak uygulamışlardı. Mevlânâ Celaleddin Rûmî ise yüzyıllar önce “Koku, gönül gözümüzü açar” diyerek, bu hissin manevi yönüne işaret etmişti.
Gerçekten de öyle… Koku, sadece bir duyusal uyarı değil; aynı zamanda duyguların, hatıraların ve aidiyetin en saf hâlidir. Bir koku, bizi çocukluğumuzun bahçesine, anne eli değmiş bir sofraya, ya da çoktan unutulduğunu sandığımız bir sevgiye götürebilir.
O akşam burnuma gelen irmik helvası kokusu bana bir tatlıdan çok daha fazlasını hatırlattı. Hayatın telaşında unuttuğumuz, ama bir kokuyla yeniden hatırladığımız o basit mutlulukları…
Bazen geçmiş, bir fotoğraf karesinde değil; bir kokunun içinde saklıdır.
Ve bazen bir nefes almak, bir ömrü yeniden yaşamak gibidir.
Gönlünüz, her güzel kokuya ve her güzel hatıraya açık olsun.