İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Anahtar Kelimeler (Doğu)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Pusulaya baktığımızda dört ana yön görürüz. Coğrafî olarak konumumuzu ve istikamet olarak yönümüzü bilmek, insan mekân algısında önemli bir işleve sâhiptir. Ancak yönler, bir konum ve istikamet bilgisinden öte sosyal, siyâsî, ekonomik ve kültürel anlamları da taşırlar.

Siyâsî olarak Doğu neresidir, Batı neresidir? Kuzey neden yukarıda, Güney aşağıdadır? Pusulada temel yön, Kuzey olmasına rağmen, Doğu-Batı ekseni neden esas alınır? gibi soruların cevapları yönlerin astronomik anlamından öte, siyâsî içerik taşırlar.

Doğu, güneşin doğması; Batı da güneşin batmasından gelen bir anlama sâhiptir. Ama mesela bugün Türkçe’de de kullandığımız “Avrupa” kelimesi ve liselerimizi genel isim olarak kullandığımız Anadolu kelimesi, dünyâya Yunanca üzerinden bakışın etkisi taşır. Yunanca’da “Evropa”, güneşin batışı; “Anatolia” ise güneşin doğuşu demektir. Yâni üzerinde yaşadığımız topraklar için kullandığımız Anadolu kelimesi, Atina sâhilinde karşı kıyılara bakan bir Yunan’ın kendine göre bu topraklara verdiği isimdir. Bu mantığa göre İtalya için Hırvatistan; Fransa için İtalya “Anadolu’dur. Yunanca’daki “Anatolia” kelimesinin Latince karşılığı “Orient”tir.

ORYANTASYON

Türkçe’de pek eski olmasa da sanki Divân-ı Lûgâti-t Türk’te geçiyormuş gibi benimsediğimiz “oryantasyon” kelimesinin Latince “Doğu” demek olan “Orient”ten geldiğini söylesem, bu iki kelime arasında nasıl bir alâka olduğunu merak edersiniz. “Oryantasyon” kelimesini bir işe, bir okula başlayan kişiye verilen temel bilgilendirme anlamında kullanırız. Bir kurum ile ilgili temel bilgi vermekle “Doğu” arasındaki ilişkide Hristiyanlık etkisi vardır. Hristiyanlık’ta kiliselerin mihrapları İncil’deki “Tanrı ‘ışık olsun’ dedi ve oldu” âyeti (Genesis 1/3) sebebiyle Doğu yönündedir. Bu âyetin geçtiği bölümün adı da “doğuş” veya “yaratılış” demek olan “Genesis”tir.

ORYANTALİZM

Edward Said’in çığır açan ve büyük aydınlanma yaşanmasını sağlayan kitabına ismini veren “Oryantalizm”, sâdece bir kitap ismi değil, bir dünya görüşünün ifâdesidir. Güneşin battığı yön olmasına rağmen tüm dünyâyı aydınlatma iddiasıyla sömüren Avrupa, en üst basamağında olduğunu iddia ettiği insanlık merdiveninden baktığında, aşağıdaki her yeri ve herkesi “Doğu” ve “Doğulu” olarak görür. Sâdece görse ve bunu kendine saklasa pek bir önemi yok. Ama bu görüşü, “Doğu” dediği yerlerde yaşayan “Doğulu” dediği insanlara dayatması ve bu insanları kendi gördüğü tek doğruymuş gibi tanımlaması dünyânın başına belâ olan kolonyalizmi ve sömürgeciliği yaşatmıştır. Günümüzde “Doğu” deyince akla gelen bütün bir kavram dünyâsı karşılığını, Avrupa’nın yazdığı kültürel sözlükte bulur. Çinli, Japon, Hintli, Arap, Afgan, Pers, Türk kendi kendini tanımlama hakkından “Beyaz adamın sorumluluğu” yüzünden ve “demokrasi”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi bahanelerle mahrum bırakılmıştır. Bu yapılırken de ne fikri sorulmuş ne de rızâsı alınmıştır. Yüzlerce yıl Avrupa’yı besleyen Hindistan, fakir insanların çiviler üzerinde uyuduğu ve yılan oynattığı sefil bir ülke; beden ve ruh eğitimini Karatedo, Judo, Taekvando gibi isimlerle birer ekol hâline getiren Çin ve Japonya, dövüş “sanatları” adı altında şiddet düşkünü insanların ülkesi olarak tanıtılmıştır. Bütün Müslümanları develerin sokaklarda gezdiği şehirlerde yaşadığı, plânsız, güvenilmez, pis insanlar olarak tanıtmak ve bunu bir de “Camel” markalı bir sigara üzerinden kapitalizmin hizmetine sokmak, şeytânî bir beyaz adam aklından başka bir şey değildir.

Oryantalizm, sâdece bir mekân ve coğrafyanın karşılığı değil, Batı’nın gerisinde kalmış ve Batı’ya yetişmesi için gerekirse soykırıma uğratılmasında hiçbir beis görülmeyen kültürlerin mekân ve zaman anlayışına karşılık gelir. Avrupa, Doğu’yu ehlileştirilmesi gereken bir vahşi kültür olarak genelleştirirken, elbette bunun içine en büyük rakibi İslâm’ı da koymayı ihmâl etmemiştir. Bu o kadar büyük bir kompleks yaratmıştır ki, Doğu ve İslâm dünyâsı, bu kompleksten kurtulmak için kendi kelimelerini ve kendi kavramlarını üretmek yerine, Batı’nın dayattığı her şeyin başına “Anti” eki getirerek karşı çıkmaya çalışmıştır. Hatta bununla da kalmayıp Batı’nın en büyük silahı olan “bilim”, sanki daha önce Doğu’da ve İslâm dünyâsında hiç var olmamış gibi, bilimsel bulguların Kur’ân-ı Kerim’de 1400 sene önce yazılmış olduğu söylemi, “İslâm âlemi”nde çocuksu bir rekâbeti kazanma sevinci yaratmaktadır. Maalesef böylece Kur’ân-ı Kerim, Batı’nın Doğu ile girdiği mücâdelede bir bahis malzemesi yapılmakta ve hem zaman hem de mekânı aşan bir içeriğe sâhip olduğu ne yazık ki bizzat Müslüman tarafından gölgelenmektedir.

DOĞU MİSTİSİZM

Avrupalı olmayı, Batılı olmayı hayâtının ekseni hâline getiren bir kesim, modern hayâtın keşme keşinden sıkılınca, ağrı kesici ilaç alırcasına, birden Doğu hayrânı kesilir. Hindistan’daki guruların arınma kamplarına binlerce dolar vermeyi, sanki sıradan bir turistik gezi değilmiş gibi, ballandıra ballandıra anlatır. Ama bu mistik deneyim kampları nedense Avrupa ya da Amerika merkezli markaların işlettiği beş yıldızlı otellerde olur ve Doğulu yerel halk bu otellerde ev sâhibi değil, hizmetçidir.

Hindistan’a gidecek kadar parası olmayanlar ya da üşenenler ise, işin kolayına kaçıp Müslümanlığın güncel uygulama hâli olan tasavvufu ağızlarına almamak için, 17 Aralıklar’da Konya’da “spiritüel” tecrübeler edinirler. Ama Mevlânâ’nın Müslüman bir âlim olduğu gerçeğine bir Avrupalı’dan daha kör, daha sağırdırlar.

Bu körlük ve sağırlık aslında oryantalizmin bir başarısıdır. İslamofobiyi seyrettiği her filmde, her dizide göre göre normal zanneden “Doğulular” bu başarının mağdurlarıdır. Avrupa, Katolikliğin zulmü altında inlerken, Semerkant’tan Kurtuba’ya kadar pırıl pırıl bir medeniyet kuran İslâm ve Doğu dünyâsı, Oryantalizm ile tam bir yavuz hırsızlık hedefi olmuştur. Orta Çağ’daki karanlığı, Doğu’nun ve İslâm’ın üzerine atıp kurtulan Avrupa, yarattığı fiktif bir Doğu anlatımıyla, Doğu’dakileri de Doğu’dan nefret eder hâle getirmiştir.

DOĞU VE SİYONİZM

Doğu’ya duyulan nefretten ve İslâm’a duyulan kinden en fazla Siyonizm faydalanmıştır. Doğu Akdeniz’in en verimli toprakları olan Filistin’i, barış içinde geçen dört yüz yıllık Osmanlı hâkimiyetinden kirli emelleri için çıkarıp, kendi kendilerine vaad ettikleri topraklarda bir devlet kurmak için “topraksız insanlara insansız toprak” propagandası yapan Siyonistler, Oryantalizm en büyük ustası İngilizlerin de desteğiyle Arap ve İslâm antipatisini Avrupa’nın desteğini almak için kullanmışlar ve hâlâ kullanmaktadırlar. Temelleri Dante’nin İlâhi Komedya’sı ile atılmaya başlanan Avrupa’daki İslamofobik ve oryantalist altyapı ve ön yargı olmasaydı Theodor Herzl’in, Goldo Meir’in Ben Gurion’un ve günümüzde Netanyahu’nun işi bu kadar kolay olmazdı.

ÇÖZÜM ANTİ-ORYANTALİZM DEĞİL

Doğu’nun kötü olduğu yanılgısı üzerine kurulan Oryantalizm’in tedâvisini Edward Said, kendisinin de mensubu olduğu Filistinliler üzerinden şu ifâdeyle vermektedir: “Târihî mirastan mahrum bırakılmış yabancılığımızı reddetmek”.(1) Oryantalizm, sömürgen Avrupa’nın tüm dünyâya kendi târihini ve kültürünü küresel bir târih ve kültür olarak dayatmasıdır. Bu dayatmaya karşı çıkmak da “gericilik”, “yobazlık”, “bağnazlık” olarak yaftalanmaktır. Oryantalizm’e Avrupa’nın dayatmasına karşı çıkmak; gerici, yobaz, bağnaz damgasını yeme cesâreti göstermek ve bunu hiç umursamamaktır. Avrupa’dan aldığı ödüllerle “aydın” ve “entelektüel” sıfatı edinenler, varsın her ülkede kendi kültürlerini hakir görsün ve Oryantalizmin önlerine attığı kemiği kemirmeye devam etsinler. Mesele, Batı’nın giydirdiği kostümleri reddetmekle de bitmiyor. Bu kostümler çıkarıldığında çıplak kalmamak için kendi kostümlerimizi kendi ölçülerimize göre biçmeli ve dikmeliyiz. Oryantalizm’e sâdece cephe almak ve onu reddetmek, kendi kendimizi olumsuzluk çukuruna atmaktır. Bu da Oryantalist aklın işine gelmektedir. Yâni çözüm, anti-oryantalizm değildir. Çözüm, kendi kelimelerimizi, kendi ölçülerimizi, kendi değerlerimizi kullanarak kendi ontolojimizi ve epistemolojimizi devreye sokmaktır. Yoksa ışığın doğduğu yönün insanları olmak ve o ışığı ebedî kılmak yerine, bir Avrupalının aktığı taşı çıkarmak için kırk değil kırk bin Doğulu çıkartmak için uğraşmaya devam ederiz.

(1) Edward Said (2024). Filistin Sorunu. (çev.: Alev Alatlı). Alfa Yayınları, İstanbul, s.290

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...