İstanbul
Parçalı bulutlu
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Biraz eski biraz yeni, birkaç küçük eleştiri

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Uzun zamandır kaliteli şekilde film/dizi izlemeye fırsat yaratamıyordum. İzlediğim içeriklerde not tutacak, sizler için detayları kaleme alacak ve alıcı gözle izleyecek bir vaktim pek olmuyordu. Lâkin şu son birkaç gündür öyle sık film izledim ki, aklımda kalan birkaç vasat, birkaç iyi film var, sizlerle paylaşmak isterim.

 

Bahsettiğim bu son dönemde izlediğim film sayısı inanılmaz fazla; bazı filmleri sonuna kadar bir nefeste tükettim bazılarınaysa ilk 10 dakikasından sonra şans bile vermedim. Bu hayatta en çok emeğe değer veririm ama konu ‘işimiz’ olunca satırlarıma düşen eleştirilerim beynimin hep en acımasız kıvrımlarının arasından süzülüyor.

 

UYKUCU

 

Son dönemde sinemada izlediğim ve gerçekten beğendiğimi düşündüğüm nadir filmlerden biri. Yalan yok, çok büyük umutlarla girmedim salona, belki de sırf bu yüzden tahminimden daha memnun ayrıldım salondan. Reji ve yapım alanında beni çok tatmin ettiğini özellikle vurgulamalıyım. Kamera kullanımını, açı geçişlerini, müzik seçimlerini ve tüm bu olguları kurguya yedirişlerini takdir etmek gerek. Oyuncu kadrosu zaten nefis olsa da tatmin edici bir iş ortaya koyduklarını da söylemeliyim. Sadece küçük bir eleştiri yapmam gerekirse, işlenen konunun tezatı olarak Mevlana felsefesinin konumlandırılmasını birazcık zorlama buldum. Yani öldürme eylemini işi olarak benimsemiş bir adama gülleri, ebru sanatını ve Mevlana’yı da sevme kabiliyetini yazdıkları bu senaryonun izleyiciye geçmediğini söyleyemem ama film boyunca birkaç kez ‘anladık aslında kötü bir insan değilsin, kendini arıyorsun’ dediğimi size aktarmaya çalışıyorum.

 

Senaryo ve kurgu bütünlüğü bazı küçük boşluklara ve hatalara rağmen son derece akıcıydı. Bu filmle ilgili aktarabileceğim ekstra bir şey yok; muhteşem bir senaryo, inanılmaz oyunculuklar gibi vaatlerde bulunamam belki ama söylemek isterim ki beyaz perdeye hep böyle içerikler üretseler ve bizler de hep bu kalite ve üzerindeki filmleri eleştirsek. Çünkü bunun gibi senaryoları eleştirmek bile bizi hep bir adım ileriye götürür inancındayım.

 

‘Seks satar’ felsefesinin günümüzde su gibi aktığı kültür-sanat ürünlerinin ve televizyonda sadece birkaç dakika ‘zap’ladığınızda neredeyse her dizide göreceğiniz erotizm unsurlarının bu filmde yer almaması da hayret uyandırıcı. Amacın satmaktan çok izletmek olduğunu düşündürdü bana, ne mutlu beyaz perde izleyicisine.

 

GÜNEŞİ SÖNDÜRMEM GEREK

 

Artık daha fazla Wattpad hikayesinin uyarlama filmlerinin çekilmemesi gerektiğini kanıtlayan son dönem filmi. Üstelik Netflix listelerine kadar girmiş olduğunu görünce korka korka şans verdim, neden korktuğumu bir kez daha anladım. Olmuyor, gerçekten olmuyor. Kitabı okumadım o yüzden sadece izlediğim ‘şeyi’ yorumlamak istiyorum.

 

Olmayan bir senaryo, sıfır duygu geçişli bir akış, yazılmamış diyaloglar ve vasatın biraz üstü oyunculuklar... Neden çekildiğini, kitabı uyarlamak için neye güvendiklerini, neyden güç aldıklarıını, 2024 yılını seri üretim yapmaya ayıran Emre Oskay’ın bu filmi neden finanse ettiğini inanın film boyunca düşündüm. Bütün bunları düşünmeme izin veren bir senaryo ile bana tekrar şunu düşündürttü: Bir senaryonun wattpad hikayesi olup olmadığını anlamak için çok da uzman olmaya gerek olmayan bir dünyada yaşıyoruz…

 

LEFTER: BİR ORDİNARYÜS HİKAYESİ

 

Ver Lefter’e Yazsın Deftere

 

Yapılan dönem filmlerinde spor dünyasının milli mücadeleye, milli iradeye tesirini işleyen filmlere her zaman çok hevesleniyorum. Çünkü biliyorum ki dün de bugün de spor, halkı bir arada tutan, milli gücü harekete geçiren ve inancı destekleyen bir etmen.

 

Türk futbolunun ordinaryüsü, Fenerbahçe’nin yurt dışına gönderdiği ilk topçu ve Türk futbolunda jübile maçı düzenlenen ilk topçu Lefter Küçükandonyadis’e çekilen bu filmi kabul edemem.

 

Bu adamın kariyerine, profesyonel hayatına, ülkesine olan vefasına, sevdasına değinmeyip; karısıyla olan aşkına, Avrupa’da kalan yarım aşkına, çoluğuna çocuğuna odaklanırsanız filmin tadı kaçıyor benim nezdimde. Kimsenin özel hayatının bizleri ilgilendirdiğini düşünmeyen bir insan olarak, milyonlarca insan için ayrı bir önemi olan değerlere de hassas yaklaşmanız, onurlandırdığınızı sanarken tepkilere yol açacak işler yapmamanız gerektiği kanısındayım.

 

Ya da bu yoldan gitmeyi tercih ediyorsanız filmin adını Ordinaryüs Hikayesi olarak tercih etmemenizi önerebilirim, zîrâ izlediğimiz işte gördüğümüz hikayenin odak noktası bu isme yaraşmanın yakınından bile geçmiyordu.

 

Küçük bir not; Frankenstein özelinde ayrı bir yazı kaleme almak istediğim için bu listede yer vermedim.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...