İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​BİRLİK OLMANIN HAKİKATİ

YAYINLAMA:

İnsan olmanın, dünyada yaşamanın sırrı ve hakikati; O’ndan gelmiş olmamız ve yine O’na dönecek olmamızdır. İnsan olmanın hakikati Allah’a hakkıyla kul olmak ve O’nun rızasını kazanmak olmalıdır. Kul kendisini ummandan bir katre olduğunu bilip yine ummana ait olduğunun hakikatine vararak tevhid inancına göre hayatını tanzim edecektir. Tevhid inancının mihenk noktası bütün mahlukatın ve mevcudatın Allah’ı tesbih etmeleri ve Allah’ı birlemeleridir. İnsan da, hayvanlar da, yaratılmış her ne varsa; taş da, toprak da, su da bunun gibi her şey Allah’ı tesbih eder. İslam inancı birliği emreder. Biz kullar ibadetlerimizde bu hakikati yaşamak zorunda olduğumuz için birlik içinde olmalıyız. Hep birlikte, topluca Allah’ın ipine sarılmalıyız. Çünkü hidayet bulmak demek birlikte yaşamak demektir. Allah’ın emirlerini hep birlikte hayatımıza uyguladığımızda bu bizim kurtuluşumuzdur. Başka zannettiğimiz şeyin de biz olduğumuzu idrak edip, ötekileştirmek yerine ötedeki teki demek zorundayız.

.....

Ezel âleminden beri biz balık gibi denizin içinde yani Allah’ın sonsuz birliğinin içinde vardık. Fakat Allah’ın isim ve sıfatları olan bizler, bu idrak noktasına gelebilmek için, “bir”den ayrılmamız gerekti. Ayrılmadan uzaklaşmak ve o bir’liği görmek için, tekrar “bir”liğe yönelmek için harekete geçmek mümkün değildi. Dolayısıyla isim ve sıfatlar o Zât-ı ilâhiden doğal olarak ayrıldılar. Yani bir yanardağ patlaması gibi ayrıldılar. Bu bir mecburiyetti. Sonra isim ve sıfatlar tekrar vücûd giyinerek Allah’ı idrak edecek seviyeye gelmek istediler, bir tekâmül geçirmek istediler. Evet biz bu şekilde yaratıldık. Yani bu bir mecburiyet, bir gidişattı ve Allah’ın ihtiyacı olduğu için değildi bizi yaratması!.. Bu noktayı önemsemek gerekir. Fakat sonra ayrılınca da, hissettik ki biz o bütünün parçasıyız ve O’ndan uzak olduğumuz zaman mutlu olmamız mümkün değil!.. Aslında O’dan uzak olmak da mümkün değil!.. Ancak O’ndan uzak olduğunu zannetmek mümkün. Dolayısıyla zannımızı değiştirip, o bir’liği idrak etmeye çalıştık; o zaman da yakınlık başladı. Hattâ yakîn seviyesine geçti insan. O’na her zaman daha yakîn olmak, yakînin de yakîni olmak için ve kendi nefsini arıtmak için riyâzata başladı. Buradan yola çıkarak insan nefsinin aşırı isteklerini vermekten kendini alıkoydu. Zira cennet huzur ve mutluluk demektir. Bununla birlikte cennetin etrafı da mekruhlarla çevrilidir. Daima hata ve yanlışlar ve nefsin zaafları insanı çeker ama onu mutlu etmez. Mutlu eden sadece Allah’ın hoşuna gidecek şeyler yapmaktır. Onun rızasını kazanmaktır. Salih amel işleyip O’na hakkıyla kul olabilmektir. Salih amelin hakikati kulu Allah’a yönelten başkasını görmekten alıkoyan amellerdir.

....

Allah’ın isim ve sıfatları ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim hitabına, sıra sıra beli dedik ve her yaratılmış İslâm yani teslim hakikâtinden var oldu. En başından anne babamızın, ailemizin, çevremizin etkisiyle, aldığımız eğitim ve terbiye ile inancımızı devam ettiririz. Allah’a inanmanın ve O’na teslim olmanın mutluluğunu ve huzurunu kalbimizin derinliklerinde hissederiz. Biz ezel âleminde, her yerden öğretenin yalnız Allah olduğuna evet dedik. Ne yazık ki burada bu hakikati unutuyoruz. Çünkü burada ilk dirilen nefsimiz oluyor. Nefsimiz dirildiği zaman ego, yani hayal kısmımız diriliyor. İlk o zuhûra geldiği için, onun istekleri ön plana geçiyor ve kendi hakikatini görmekle araya bir perde oluşturuyor. Örneğin; cennetin örtü olduğunu düşününelim. Bu perde de aslında faydalı bir perdedir. Çünkü insanı yakmadan yavaş yavaş bu perdeyi nasıl aralaması gerektiğini önce Allah kuluna öğretir. Sonra Allah kulunu kendine ya Sille-i Hudâ (sıkıntı ve bela), ya da Cezbe-i Rahman (Allah’ın sonsuz güzelliği) ile çeker.

O halde insan olmanın ve insanca yaşamanın bedeli, Allaha inanmak ve O’na verilen sözü unutmamak olmalıdır. Bu da “Bezm-i Elest”te Allah’a sözünü verdiğimiz “Evet sen bizim Rabbimizsin, Halikimisin” sözünün gereğini yerine getirmek olmalıdır. İşte o zaman insan Allah’a verdiği bu sözü tuttuğu müddetçe, gerçek bir insan, gerçek bir mümin ve gerçek bir Müslümandır. İnanmanın gereği salih amel işlemektir. İnsanın nereden geldik, nereye gidiyoruz sorusunun cevabını verebilmesi ve bu hakikati hakkıyla idrak edebilmesidir. İnsan olma şuuru tevhid inancına göre yaşama şuurudur.

Allah hepimizin birlik olma şuurunu artırsın.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...