İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​ÇARPIK ŞEHİRLEŞME

YAYINLAMA:

Kendi seçim bölgesinde başbakana oy vermeyen tek il Türkiye’dedir. Menderes’in kalesinin bugün aldığı pozisyon ironidir. Dahası, başkana hemşehri olup oy vermeyen tek il ve tek ilçe de Türkiye’dedir. Peki, bu nasıl oluyor?

Tarihten okuyup anladığımız kadarıyla Osmanlı, göç yönetimiyle büyük başarı elde etmiş bir devlettir. Türkiye’nin de devam eden bir göç politikası vardır elbette. Henüz yeterince yazılıp çizilmediğinden bilemiyor olabiliriz. Ancak Türkiye’de konut projeleri politikasının eksik olduğunu adımız gibi biliyoruz.

Dev konut projeleri nerede arsa müsaitse orada yapılıyor. Toplum sosyolojisi ile ilgili hiçbir bilimsel yöntem uygulanmıyor. Bu projeler semt sakinlerini küstürdüğü gibi demografik yapıyı da bozuyor. Semt sakinleri için mülklerin kıymetlendiği düşünülebilir. Fakat insanların önceliği semtin emlak değerinin yükselmesi yönünde midir yoksa dokunun korunması yönünde mi?

Bir dönüşüm başlamıştır. Binlerce yıllık şehirleri yeniden kuruyoruz. Fakat alelade bir şekilde. 3000/5000 daireli konut projeleri, gerçekleştirildiği semtlerin ekonomisinden ve demografisinden uzaklar. Üstelik en başta bir araştırma yapılmadığı gibi sonrasında da bozulan demografik yapının bölgenin sosyolojisini nasıl etkilemekte olduğu incelenmiyor. Örneğin Üsküdar.

Konut projelerini milli göç politikaları içine almak gerekir. Dahası TOKİ, Kiptaş gibi yapılar bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu da yetmez aslında. Özel sektör müteahhitlerimiz de belirli sayı üzerinde konut üretmesi halinde bu kapsama alınabilir. Artık şehirleşme meselesi ciddiyetle ele alınmalıdır.

Aksi halde kentler çarpıklaşmaktadır. Çarpıklaşma kavramı önemlidir. Fakat hak ettiği önem de çarpıtılmıştır. Çarpıklaşma sadece yapıların organizasyonu ile ilgili bir mesele değildir. Hatta çarpıklaşma kavramının, yapılaşmadaki düzen sorunlarını içeren dar manasıyla ele alınması sorunun ta kendisidir. Gerçekte çarpıklaşma, demografinin bozulmasıdır. Çarpıklaşmanın, şehrin paralize olmasının yanındaki anlamları sanıldığından daha önemlidir.

Çarpık, çarpılmış yani katlanmış manası da içerir. Doğrudur, şehirlerimiz ikiye üçe dörde katlanmıştır. Hatta katlanmanın diğer manasına bakacak olursak başka bir gerçekle evlerin katlanmış olduğunu görürüz. 20-30 katlar normalleşmiştir. Arsalar pahalandıkça binalar yükselmektedir. Bunlara da site denmektedir. Citte yani. Kültürümüze sonradan dahil olan bu kavram Latince şehir (city) demektir. Gerçekten de siteler müstakil şehirleri andırır. Babil Kulesi diye bilinen meşhur yapının toplam nüfusu bugünkü bir sitenin bir bloğuna eş değildir herhalde. İstanbul'a 1970’lerde gelenlerin Zincirlikuyu’daki Karayolu binasına ilişkin anıları ne ilginçtir. Şimdi aynı binanın yıkılarak Avrupa yakasına geçenleri karşılamak için yapılan bilmem ne center’in sunacağı anı ne olacaktır?

Katlanmak üzerinden devam edersek bir manasının da tahammül veya tolerans olduğunu görürüz. Peki, bir insanın katlanabileceği kişi sayısı nedir? Bir insan 3000 dairelik yani kabaca 10.000 kişilik bir koloniyle 5000 m2 arazi içinde ne kadar tahammüllü olabilir. Hoşgörünün sembol sahibi Yunus şimdi gelse söyleyecek sevgi, dostluk, aşk sözü var mıdır? Çokluktan hangi kıza gönül vereceğini şaşıran bir kalabalıkta saf duygular barınabilir mi?

Peki, Mevlana gelse? Ne olursan ol gel diyebilecek midir? Yoksa ‘aman kardeşim köyünde kal’ mı diyecektir?

Ne olursan ol gel, bir kat da senin için atarız.

Müteahhit Rumi.

Zaten müteahhitler yaşam alanı değil yatırım aracı sattıklarını açık açık ilan ediyorlar. Hatta projelerinin pazarlama stratejisini bunun üzerine kuruyorlar.

Geçenlerde bir belgeselde dünyanın en önemli mimarlarından birisinin hazırladığı yaşanabilir bir projeyi nasıl zevkle anlattığını izledim. Bizim piyasada hiç şansı yoktu. Turgut Cansever’in de sorunu piyasaydı.

Evet, piyasa, yani kapitalizmin ocağı. Yoktur insana açacak kucağı.


Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...