İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

YORGUN ÇOCUKLAR

YAYINLAMA:

Biri ruhumuz, diğeri içgüdülerimiz. Bütün mesele hayat yolculuğunda hangisinin baskın olduğudur. Yani ki davranışlarımızın direksiyonuna kim hâkim? Bugünün insanını ve toplumunu anlamak için bu direksiyonun ne yana zorlandığını bilmek durumundayız evvela.

Bilim, pratik hayat ve inanç sistemleri, insan olarak en yüce değerimizin ruhumuz; birey olarak bizi temel insani değerlerden uzaklaştırabilecek yegâne potansiyelin de iç içgüdülerimiz olduğunda birleşiyorlar. Evet, bir yanda dünya gözü ile görüp dokunamadığımız, insanı tüm canlı ve cansız varlıklardan ayıran, vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul edilen ve mahiyetini tam olarak bilemediğimiz ruhumuz. Diğer yanda canlının doğuştan getirdiği, mantık ve düşüncelerimizden ziyade türlere ait biyolojik ve genetik eğilimler ile bedenimizin görünür bütün istek ve arzularına ev sahipliği yapan içgüdülerimiz. Âdemden beşere olan yolculuğumuzda bu iki potansiyel birbirini tamamlar da insan oluruz. Yer ile göğün birbirini tamamlaması gibi.

Ruh; canlılığı, manayı, bütünlüğü, zihinsel potansiyeli, aklı, duyguları, sevgiyi, iyiliği, aşkı, üretmeyi, ötelerin ötesini düşünmeyi zorlar. İçgüdülerimiz ise temel fizyolojik ihtiyaçları, benliği, nefsi ve bedenimizin arzularını doyuma kavuşturmanın savaşını verir. Kısacası biri vermeye diğeri almaya odaklanmıştır.

İnsani Kriz

Okurlarımız bilir. Yıllardır bir insani krizden söz ediyoruz. Ve bugün insanlığın yaşadığı temel çıkmazda, birey ve toplum olarak giderek ruh dünyamızdan uzaklaşarak bedenimizin emrine girmemizin belirleyici rol oynadığını vurguluyoruz. Gerçekten de bugün yeryüzünde giderek artan açlık, savaşlar, adaletsizlikler, psikolojik sorunlar, çevreye verilen zararlar; birey, toplum ve dünya olarak hayatımızda bilincin, aklın ve bunları kumanda ettiğine inandığımız ruhun etki alanından hızla uzaklaştığımızı ve madde dünyasının arzularına hapsolduğumuzu gösteriyor. Giderek maddeye tapan, gerçek hayatın sanal görüntüleriyle mutlu olduğunu zanneden, tüm davranışlarıyla bedensel arzularını tatmine odaklanan, vermeyi unutan, giderek saldırganlaşarak zulmü başarı gören insan modelini başka türlü izah edemeyiz.

Ruh değerlerinden uzaklaşan, uzaklaştırılan birey, farkında olamadan insan olmaktan uzaklaşıyor hızla. Hayatımızda birbirini tamamlaması ve bir kılması gereken madde ile manayı bir savaşa tutuşturarak mana tarafını zayıflattık. Ve yetiştirdiğimiz çocuklar, sürekli almayı modelleyerek yetiştiklerinden vermeyi ve “ben”e takılmaktan ötekini unutuyorlar. Sanal dünyada dolaşmaktan yorgun düşen çocuklar, hakikatten ayrı düşüyor. Anadolu’nun bir köyünden İstanbul’a gelip zorlukla ayakta kalmaya çalışan, hafta sonları inşaat soğuk demirciliği işinde çalışan ve hafta içinde de üniversiteye devam eden gencimizin gözlerindeki parıltıyı, her türlü ekonomik ve sosyal imkânları olan, buna karşın kendileri ve aileleriyle yaşadıkları sorunlar nedeniyle hekim ve psikologların müdavimi olan, uyarıcı ilaçlarla ayakta duran gençlerimizin gözlerinde göremememiz biraz da bundandır.

Mehmetçiğin Düğünü

Düğüne gider gibi Afrin’e yol tutan Mehmetçiğin heyecanını hissedemeyen, dünyada ve bölgemizde olup bitenlerin büyük resmini görmek yerine kendi ideolojik çıkmazlarının savaşını verenleri anlamakta zorluk çekmemiz biraz da bundandır.

Aman dikkat. Öyle bir zamandayız ki neredeyse her gün, birey, aile ve toplum olarak nereye doğru evrildiğimizi görmek zorundayız. Zira düşünce ve eylemlerimizin farkında olarak, kendimize sahip çıkarak ve kendimizi yöneterek istikametimizi yeniden düzenlemek zorundayız. Böylece belki de bilmeden bilinçaltına attığımız ve şu kısa hayatta asıl talip olduğumuz insani değerleri tekrar hatırlamalıyız.

Dünya gelirinin yüzde 95’inin, dünya insanlarının yüzde 5’inin elinde bulunduğu, küresel hedeflerin ve liberal ekonomik düzenin sorgulanmaya başlandığı, küresel bir ticaret savaşının başladığı, toplumların giderek aşırı uçlara yöneldiği ve bu özellikteki liderlerin tercih edildiği şu zamanda toplum olarak yakaladığımız istikrarı korumanın, kendi ruh değerlerimizi korumakla yakından ilgili olduğunu unutmamalıyız. Sınırlarımız gibi zihnimiz ve gönlümüzün işgal girişimleri karşısında da dimdik ayakta durmalıyız.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...