İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILIN TEMEL KAVRAMI HANGİSİ: REKABET Mİ, DAYANIŞMA MI?

YAYINLAMA:

Bu yüzden, iktisadi olayları inceleyebilmek için bireysel aktörlerin kararlarının – yani, tüketici bireylerin tüketim ve tasarruf, üretici firmaların üretim ve istihdam, finans sektörü kurumlarının fon alım ve satım kararlarının – incelenmesi temel alınmıştır.

İktisat Bilimi’ndeki bu egemen yaklaşım, aynı zamanda, emperyalist Batı’nın kapitalist toplumundaki hakim güçlerin – sermaye sahibi büyük sanayi ve finans kartellerinin, iletişim sektöründeki devlerin ve emperyalist işbirlikçisi STK’ların – doğal ideolojisi olan Liberalizmle de uyumludur. Haklarını yemeyelim, orijinal haliyle liberalizm kartelleri ve casus STK’ları savunmaz. Ama hem liberalizmin hem de Batı emperyalizmindeki hakim güçlerin temel dayanağı sihirli bir kavramdır: Rekabet. Bu düşünceye göre, toplumların ve dolayısıyla ekonomilerin ilerlemesinin bireysel üretici, tüketici ve üretim faktörü sahipleri arasındaki bitmez tükenmez yarışla sağlanacağı iddia edilir. Yarışı kazananlar ayakta kalacak, kaybedenler bertaraf olacaktır. Bu düşüncenin arkasında, aslında, sosyal Darwinci bir bakış açısı vardır. Yani, herkesin anlayacağı bir dille ifade edersek, Dadaloğlu’nun dizesi yeterli olacaktır: “Ölen olur, kalan sağlar bizimdir!”

Bugün Küreselleşme Süreci adı verilen ileri teknoloji kullanımı ile Batı emperyalizminin dünya halkları üzerinde kurmaya çalıştığı – şimdilik yavaşlamış gözükse de halen devam eden – vesayet rejimi için de sihirli kelime rekabettir. Yoksul sınıflar, ülkeler için geliştirilmesi gereken stratejik sektörler, sanayi ve tarım bu sihirli kelime etrafında kurulan modelde, dünyadaki para ve bilgi akışlarını yöneten kodamanların insafına bırakılmak istenmektedir. Türkiye’de “piyasa dostu” olan, “yeni dünyada rekabeti” savunan, “bağımsız ve tarafsız kurumlardan yana” tavır koyan insanların önemli bir kısmı farkında olsa olmasa da bu küresel emperyalizmin değirmenine su taşımaktadır. Halbuki, İngiltere ve onun sömürgelerinden devşirilmiş Anglo-Sakson toplumları haricinde, insanlık tarihinde gelişim rekabete değil ama “dayanışmaya” dayalıdır.

İnsanoğlunun toplumsal evrimi birlikte ve ortaklaşa alınan kararlara, birlikte ve ortaklaşa verilen çabalara dayanır. Türk tarihi için de, rekabetin çok büyük bir anlamı yoktur. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, göçebelik döneminde tamamen toplumsal mülkiyet esasına dayalı olan Türk boyları, yerleşik hayata geçtiklerinde Bayramilik yolu ile tarımda grup mülkiyetini ve Ahilik yolu ile şehirlerde ve ticarette grup mülkiyetini esas almıştır. Bizim gibi, Almanya ve Fransa’da da rekabet yerine dayanışma her zaman ön planda olmuştur. Milli sermaye birikimi, İngiltere ve sömürgeleri dışındaki bütün dünyada devlet desteği ve küçük birimlerin birbiriyle rekabeti değil ama dayanışmasıyla gerçekleşmiştir. Modern çağda, milli dayanışmanın güvencesi ve en önemli destekleyicisi, amaçları doğrultusunda çalıştırılan milli devletlerdir. Bu yüzden rekabet ve çağdaşlık diyen kesimler, en önce milli devletin egemenliğini hedef almakta, onun kurumlarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Maalesef, son 38 yılda, Türkiye’de ilk önce yavaş başlayan ama gitgide hızlanan özelleştirme – liberalleşme – serbest piyasa ekonomisi kavramları, Türk toplumundaki dayanışma duygusunu ortadan kaldırmış, sınıfsal hareketleri baskılamış, aileyi zayıflatmış ve son olarak da insanların Türk Milleti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine aidiyetini törpülemiştir. Sanayi ve hizmetler sektörü hemen hemen yarı yarıya yabancı kartellerin eline geçmiş, sıra tarıma gelmiştir. Küresel firmalarla rekabet için büyük sermayeye gerek duran küçük ve orta boy işletmeler ya tasfiye olmuş ya da çok zayıflamıştır. Hükümetler, bu gidişatı destekleyen politikalar uyguladıkları için, kendi bindikleri dalları kesmektedirler. Halbuki, dış dünyanın emperyalist güçlerinden gelecek saldırılara karşı kuvvetle direnebilmek için, kökleri bu toprağa dayalı bir iktisadi nizama ihtiyaç vardır. Burada sihirli kelimeler “dayanışma”, “grup mülkiyeti” ve “kamu mülkiyetidir.”

Bu yazıyı okuyan, sağ kesimden gelen ve babamın yaşında olan -65 ve yukarısı- eski tüfek abilerimiz “Hoca, sen Gomanis olmuşsun!”, diyeceklerdir. Ama ben onlara değil gençlere sesleniyorum. Sınıfların içerisinde rekabetin değil dayanışmanın olması, ekonominin içerisinde sınıflar arasında paylaşım kavgası değil ortak bir hedefe yönelik birlikte çalışma olması gerekmektedir. Yoksa, Atlantik’in büyük köpek balıkları hepimizi teker teker mideye indirirler. Benden söylemesi…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...